Varlığı bir dert, yokluğu yara
Para, para, para. Rüçhan Çamay’ın 70’lerdeki meşhur şarkısı. Varlığı bir dert, yokluğu yara olan para! Bugünlerde de şirketler açısından tam böyle bir durum var; varlığı bir dert (nereye yatıralım?), yokluğu yara (işletmeyi nasıl döndürelim?).
Şirketlerin finansman sorunları devam edecek
Ekonomik program kapsamında sıkı duruş bir süre daha devam edecek gibi gözüküyor. TÜİK’e göre enflasyon yıllık %69,80, ENAG’a göre %124,35 ve İTO’ya göre ise %78,81.
Farklı model veya veri setleri kaynaklı bu sonuçlardan bağımsız şunu söyleyebiliriz ki talep halen canlı. Güven endeksleri büyük bir düşüş göstermedi. Kredi kartı harcamaları ve perakende tüketim tarafında da ciddi bir gerileme söz konusu değil. Muhtemelen vatandaş enflasyonist beklenti içinde. Öte yandan, uluslararası kuruluşların, ödeme dengesinde iyileşme eksenli beklentilerini olumlu yönde revize ettikleri bir döneme de girildi. Bu kuruluşlar, mevcut politikanın kararlılıkla uygulanması yönünde talep ve beklenti içindeler.
Yabancı sermaye akışı için bunu şart koşuyorlar. Bu durumda şirketlerin finansmana erişim, vade ve finansman maliyeti sorunlarının devam edeceğini öngörmek mümkün. Finansa erişmek bir tarafa borcun uzun vadeye yayılması ya da makul faiz oranları ile çevrilmesi mümkün gözükmüyor. Borcun yüzdürülmesi de şu an bankalar açısından riskli gözüküyor. O halde şirketlerin en az 7-8 ay daha bu şartlar altında faaliyet göstermesi olası.
Bu dönemde parası olmayan ne yapmalı?
Elbette her şirket ayrı bir dünya ancak dövizin örtülü olarak kontrol edilmeye çalışıldığı, TL’nin değerli halde olmasının istendiği bir ortamda, senelerdir risk nedeniyle uzak durulan döviz kredileri yeniden düşünülebilir mi? Jeopolitik veya iç siyasi sebeplerle risk halen söz konusu ancak yine de borç portföyünün bir kısmı döviz kredilerden oluşabilir düşüncesindeyim.
Tabi ihracat geliri elde eden şirketler açısından ihracatın ciro içindeki oranının artışına göre risk iştahınız artabilir. Yine türev ürünler ile riski yönetebilirsiniz. Diğer çözüm nakit akışını güçlendirmek. Burada çözüm vadeler. Eğer şirket olarak ticari itibarınız yerindeyse, borç alacak vadelerini dengeleme yoluna gidebilirsiniz. Bence esas finansman burada saklı. Müşteri ve tedarikçi taraflarını iyi yönetip, borç vadelerini uzatıp, alacak vadelerini kısaltabilirseniz, işletme sermayesi ihtiyacı azalacaktır.
Satış ve satın alma ekiplerini doğru şekilde motive edebilirseniz, bu konuda adım atmaya gönüllü olurlar. Bir diğer strateji, inovasyon, verimlilik ve dijital dönüşüm. Bu sayede hem iş modeli, hem ürün tarafında, hem süreç tarafında yenilikler yaparak, bunu müşteri açısından katma değere dönüştürerek, satışları artırırsınız. Ayrıca süreç inovasyonları, verimliliğe yönelik iyileştirmeler ve dijitalleşme ile maliyetleri düşürür ve hızınızı artırırsınız.
Parası olan nereye yatırsın?
Ben elinde nakit olan şirketlerin bunu mutlaka işlerine yatırmaları gerektiğini düşünüyorum. İki konu bence stratejik yatırım alanıdır. Birincisi, işinizi yurt dışına taşımak. Evet bu ihracat olabilir, bir greenfield yatırım olabilir, yurt dışından şirket alımı, ofis açma ya da depo fark etmez, yurt dışına ağırlık vermek, riski coğrafi olarak çeşitlendirmek gerekiyor. Döviz geliri elde etmek, doğal bir hedge sağlar.
İkincisi yönetim kapasitenizi güçlendirmek. Strateji, iç kontrol, iç denetim, sürdürülebilirlik, dijital dönüşüm, risk yönetimi, süreç yönetimi veya performans yönetimi gibi alanlara yatırım yapabilirsiniz. Bu konularda kapasitenizi artıracak projeler yapmak, yönetim kalitenizi artırır. Ayrıca insan kaynaklarınıza yapacağınız takviyeler de bu dönemde bir yatırım anlamına gelir. Büyüme ve kurumsallaşma birlikte yürütülmeli.