Var oluşun temel ilkeleri, görünenin anlamla birleştirilmesi (Bu bir ana
Amaç ve yönteme gelmeden önce, geçen haftadan düz mantığın her zaman geçerli olmadığını açıklamak amacıyla (rasyonalizmin üzerine kurulduğu) matematikten bir örnek vererek devam edeyim: "İki boyutlu ortamın bir deseni olan kare, matematiksel olarak daireye dönüştürülemez".
Yani bir kare alın, bunun alanına sahip bir daire oluşturmaya çalışın, bu durumun matematik olarak tam bir karşılığı yoktur (gönye ile çizilen, pergel ile oluşturulamaz ilkesi, başka bir geometriye geçtiğinizi anlatır). Oysa düz bakış açısıyla ikisi de iki boyutlu evrene ait iki şekildir. Pi sayısının da kesin bir karşılığı yoktur, hesaplar, hesaplar, hesaplarsınız, sadece virgülden sonra daha çok hane elde edersiniz, hiçbir sıralaması yoktur, üstelik kesinliği de yoktur. Benzer şekilde, bugün varılan genel bilim anlayışında biyoloji daha çok kimyanın bir türevine oturtulmaya çalışılmaktadır. Oysa kimyanın kökeni bile simyaya dayalıdır. Daha sonra anlatacağım sülfür ve en önemli bileşenlerinden sülfürik asit konusundaki kısa bir araştırmadan edindiğim bilgi, bugünkü üretim metodunun 1830'lara dayandığı ve bir ya da iki aşama ötesinin de simya olarak algılandığı oldu. Sülfürik asit simyada "vitriol yağı" (oil of vitriol) olarak da geçiyor, bunun ne olduğunu anlamaya çalıştığınızda ise "tamamen mistik" bir algıya erişiyorsunuz, romantizmin bugünden ne zaman koptuğunu tarihlendirebiliyorsunuz.
Biçemin yerine anlamı koymak, yapı taşının kısıtlılığından kurtulmaktır
Ancak yine de başvurabileceğimiz genel kurallar var, bunların bazılarını geçen senelerde yazdım. Bunlardan ilki "yukarıda ne varsa, aşağıda da o vardır" ilkesidir, yani olaylar aslında birbirlerinin tezahürüdür. İkinci kural daha önce açıkladığım "en içte olan en basittir" şeklindedir, DNA, onu oluşturan bazlar, proteinleri meydana getiren amino asitler, elbette müziği oluşturan notalar, binayı kurduğunuz taşlar hep bu ilkenin tekrarıdır. Bunlara bir ilke daha eklenebilir mi, elbette: "İlk gelen başlatır". Bu ilkenin içrek anlamlarının detayını başka bir yazının konusu yapalım, örneklerle yetinelim. İrade'nin hep var olduğunu bilin, herhangi bir şeyin (olay ya da madde) başlangıcını düşünün. Maddenin oluşumunda önce enerji gerekir (E=mc2, bunun bir bileşeni fazla matematikleştirilmesidir). Törende önce bayrak göndere çekilir (tören insanlara değil, aslında zaten bayrağın temsil ettiği kavrama yapılmaktadır; "seni yükseklere çıkardık"), ama savaşa gidiliyorsa sancak askeri selamlar (çünkü can Gaza'ya tabidir). Önce sağlık şarttır, sonrakiler (uygarlık, kazanç, ihtişam vb.) sağlık üzerine kurulur. Bina kurarken en önemlisi de temeldir, bina bunun üzerine oturur.
Devam ettirelim, bir diğer ilke, "vazgeçilmez olan tektir". Bunun anlamı daha açıktır, çünkü iki benzer şey varsa birinden vazgeçilebilir (ne eş, ne de sevgili önemlidir, eşsiz olan tercih edilir). Ya da tam tersinden, bir şey iki ayrı ifadeye sahipse, tek ifadeye sahip olandan daha az önemlidir. Ve elbette ("doğru ya da yanlış" önemli değil) son konuşan en yetkilidir. En yetkili olanın sözü her zaman doğru olmayabilir, daha iyi bir durumun kapısını aralamayabilir. Sadece, son konuşan en yetkilidir. Mesela terfi kararlarınız haksız olabilir, ama söz hakkı başkasınındır. Ölüm, istemeseniz de, yaşamdan daha gerçektir, zira olmasa yaşadığınızı bile bilemezsiniz.
Romantik bir rasyonalizm, tezahürün anlamla harmanlanmasıdır kastettiğim
Bu ilkelerle bir sürece hakim olan prensipleri anlatmaya çalışıyorum, bunlar başlangıç ve sonuçla ilişkilidir, madde veya olaydan bağımsızdır, ama süreci kapsamaz. Zaten sorunumuz da oradadır; sürecin ne olduğunu öngörebilmek, açıklayabilmek. Süreci emarelere dayandırarak bilebilirsek buna ilim denir, belirgin hale geldikten (zuhur ettikten) sonra zaten gerçekliğimiz olmuştur. Benzer şekilde, bu ilkeler biçim, boyut gibi özellikleri dışlamaz, ancak işlevi, daha doğrusu anlamı (mana) esas alır. İlkelerin manayı esas alması yaklaşımı çok önemlidir, çünkü tezahür eden (desen, müzik örneklerinde olduğu üzere) onu oluşturan (çizgi, nota gibi) "yapı taşlarıyla" değil, manayla açıklanabilmektedir. Bu yaklaşımda prensipleri nereye koyarsanız yapı taşından bağımsız olarak oturur, dolayısıyla Dekart'ın (karmaşık olayları basite indirgeyip tüme varabileceğinizi söyleyen) Kartezyen düşüncesinin kısıtlayıcılığından kurtulursunuz, ama rasyonalizminiz hala geçerlidir.
Üstelik elinizde şahane bir romantizm unsurunu da hala korumaktasınızdır, "ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim" gibi bir durum, aşkın öğesi olan sevgili yoktur, aşık olduğunuza söylemenize bile gerek yoktur; yani aşka aşıksınızdır (kaymaklı ekmek kadayıfı).
Romantizm sonrasındaki dönemde ortaya çıkan bilgi birikiminden başka genel prensipler çıkarmak da mümkündür ve akılcıdır. Örneğin maddenin pozitif ve negatif olmak üzere iki farklı yüzü vardır (elektrikteki pozitif ve negatifle karıştırmayalım), pozitif negatifle birleşirse, enerjiye dönüşerek yok olur (hiçlikten ortaya çıkan iki farklı yüz gibidir). Doğadaki moleküllerin sol (L) ve sağ (D) iki ayrı simetrileri vardır, bizim biyolojik sistemimizde L formu geçerlidir. Işığın ve elektromanyetizmanın birbiriyle ilişkili olduğunu gösteren ve sıvılarda bile geçerli olan Faraday etkisi aslında vücut kimyasından öte elektro-fizyo-kimyasının varlığına işaret eder. İki mıknatıs birbirini kutuplarına göre çeker ya da iter, manyetik bilyeler de bu çerçevede mıknatısa yapışır. Ama iki mıknatısı birbirine yapıştırıp ya da yan yana getirip iki misli bilye çekemezsiniz. Demek ki manyetik kuvvet söz konusu olduğunda 1+1=2 prensibi geçerli değildir, 1 olarak kalır.
Sonraki yazılarda yapı taşlarını anlamları çerçevesinde inceleyeceğiz, beslenme, sağlık ve biyolojiyi başka bir açıdan göreceğiz. O yüzden, bu yazıda anlatılanlardan açıklanmaya muhtaç kısımlar görüyorsanız lütfen iletmekte çekinmeyin. Zira bu yazının kendi içinde bir vargısı yoktur, bundan sonraki açıklamalara ilişkin bir anahtar görevini üstlenecektir, zaten anahtarın da kendi başına bir amacı yoktur, onun amacını açacağı kilit belirleyecektir.