Vahşi ne demek?
Geçen hafta Sn. Ali Koç ve Sn. Zeynep Bodur Okyay tarafından gündeme oturtulan vahşi kapitalizm kavramına bir açıklama getirmek istediğimi yazmıştım. Okurlarım tanımlanmamış kavramları tartışmaktan hiç hoşlanmadığımı bilirler. Gençliğimiz pek de iyi anlamadığımızı sonradan farkettiğimiz tanımlanmamış kavramların kavga ve dövüşü arasında geçti. Kapitalizm, faşizm, sosyalizm, komünizm, demokrasi, Cumhuriyet ilkeleri, polis devleti, insan hakları kavramları çorba oldular. Ekonomik kalkınma, yaşam kalitesi, sanayileşme, ithal ikamesi sonraları ihracata dayalı kalkınma, liberalizm falan derken işin aslını elden kaçırdık. Durum hâlâ çok farklı değil. Kimimiz ‘polis devleti’ denilen idare türünü faşizm, kimimiz komünizmle bağdaştırdık. Sonradan bunun yanlış olduğunu gördük. Antidemokratik ‘sosyalist’ ülkeler kadar antidemokratik ‘kapitalist’ ülke vardı. Bu nedenle geçen hafta sizlerden Birleşmiş Milletler Genel Kurulu›nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A (III) sayılı Kararıyla ilan edilen ve 6 Nisan 1949 tarih ve 9119 Sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile bizim de kabul ettiğimiz ‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi›ni’ okumanızı rica ettim. Vahşi ekonomik düzenin ne anlama geldiğini anlamak için en iyi yol bu. Ekonomik düzeniniz ne olursa olsun ‘ekonomik faaliyetlerin’ amacı aynıdır. Kişiler, özel sektör, devlet girişimleri ‘SERVET YARATMAK’ ve ‘SERVET DAĞITMAK’ için insan, finansman, altyapı ve fiziki tesisler, enformasyon ve know-how ve işbirlikleri kaynaklarını kullanırlar. Basitleştirilmiş ve uçtaki tanımlarıyla sosyalist düzenler servetin yaratılması ve dağıtılması işini tamamen ‘devlete’, kapitalist düzenler ise ‘özel sektöre’ bırakan sistemlerdir. Çoğu düzen bu ikisi arası bir yerdedir.
Her türlü servet yaratımı ve dağıtımı sorumluluğunun devlete ait olduğu bir zamanların Arnavutluk’u, hatta Sovyetler Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti, günümüzün Kuzey Kore’si deneyimlerinin başarıları ve başarısızlıkları ve bunların nedenlerine burada girmenin bir alemi yok. Bu sorumlulukların tamamının özel sektöre bırakıldığı ülke örnekleri de var. Bir aşırı örnek için Nick Robins’in ‘The Corporation That Changed the World’ başlıklı kitabını bir okumanızı öneririm (İnternetten bedava indirebilirsiniz.) İngiliz İmparatorluğunun bir kolonisi olarak bildiğiniz koskoca Hindistan’ın o zamanlar bir şirketin mülkü olduğunu öğreneceksiniz. Bu yetmiyorsa Güney Afrika’nın tarihine bir bakın. Yine koloni olarak bildiğiniz bu ülkenin bir şirket tarafından yönetildiğini göreceksiniz. Bu iki ülkede ‘vahşi’ kapitalizm var mıydı yok muydu okuduktan sonra siz karar verin.
Bu tanımlara göre bazen kimin nerede olduğunu anlaması o kadar da kolay değildir. Söz gelimi bir aralar ‘liberal ekonomi’ şampiyonlarının reklamını yaptıkları ‘Asya Kaplanları’ aslında oldukça devletçiydiler. Yani hem servet yaratımında hem servet dağılımında devletin önemli ağırlığı vardı. Başka bir deyişle bu ülkelerin ekonomileri pek de liberal sayılmazlardı. Günümüz Çin Halk Cumhuriyeti’nin ekonomik politikalarının nereye oturduğunu Çinliler bile pek açık anlatamazlar. Servet yaratmak ve servet dağıtmak işlerinde kimin ne ağırlıkla rol oynayacağı kararı bir ekonomik rejim kararıdır. Hangi karmanın doğru olduğu tartışmalarına ışık tutacak kuram ve kurallar yok. Yalnız birkaç gerçek var. Bazı sosyalist ekonomilerde gördüğümüz gibi servet yaratamazsanız dağıtacak bir şey bulamayacağınız için işiniz zor. Özellikle adı kalkınmakta olan birçok liberal ekonomi uyguladığı ileri sürülen ülkelerde gördüğümüz gibi yaratılan servetin dağıtılmaması veya dağıtılamaması bir başka ciddi sorun.
Şu servet dağıtımı kavramına bir bakalım. Önce servetin dağıtılacağı yerlerden başlayalım. Uluslararası insan hakları bildirgesi herkesin, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya baş ka bir gö rü ş , ulusal veya sosyal kö ken, mülkiyet, doğuş veya herhangi baş ka bir ayrım gö zetmeksizin ö zgü r, onur ve haklar bakımından eş it olduğunu belirterek başlar. Bu hakların neler olduğunu da iki sayfalık bir bildirgede sıralar. Çoğunuz nasılsa okumaya vakit bulamadınız, onun için ben size bildirgenin servet dağılımıyla direkt ilgili olan maddelerinin bir özetini vereyim.
Bildirgeye göre kiş ilerin yaşama, sosyal gü venlik, onur ve kiş iliğ inin serbestç e geliş imi iç in gerekli olan ekonomik, sosyal ve kü ltü rel haklarını gerç ekleştirilmek için ç alışma, iş ini serbestç e seç me, adaletli ve elveriş li koş ullarda ç alış ma, herhangi bir ayrım gö zetmeksizin, eş it iş iç in eş it ü cret alma, makul sürelerde çalışmaya, işsizliğe karş ı korunma, kendisinin ve ailesinin sağ lık ve refahı iç in beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım, iş sizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaş lılık ve kendi iradesi dış ındaki koşullardan doğ an geçim sıkıntısı durumunda gü venliğe, anaların ve ç ocukların ö zel bakım ve yardıma, herkesin bedava temel eğ itime, herkese tam bir eş itlikle aç ık olan yüksek öğrenime hakkı vardır.
Servet dağıtımının amacı bu kurumlarda, ülkede ve hatta iyi vatandaş olarak dünyada bu hakları sunabilmektir. Diğer taraftan ister kapitalist ister komünist adı, tadı ne olursa olsun ekonomik-hukuki ve sosyal düzen servet yaratırken bu haklara saygısı oranında medeni, bu hakları ihlal derecelerine göre ‘vahşidir’. Devam edeceğiz. Sağlıcakla kalın.
NOT: Geçen haftaki yazımda yazım hataları olmuş. “Sn. Ali Koç ile tanışma olanağım olmadı. Okurlar Kadıköylü olduğunu...” yazılmış. Sn. Koç’un Kadıköylü olup olmadığını bilmiyorum. Kadıköylü olan benim. Yazıda ‘olduğumu’ kelimesi yanlışlıkla ‘olduğunu’ olarak çıkmış. Özür dilerim.