Vaclav Havel'in sesi
Vaclav Havel bugünlerde medyanın gözde çocuklarından biri değil. Oysa ben "Politikaya Elveda Derken" başlıklı konuşmasını altı yıl önce okuduğumda yüreğime bir ok gibi saplanmıştı. Nasıl saplanmasın ki, bütün dünyanın Çekoslovakya'da olup bitenleri ve önderlerden biri olan Havel'in yaptıklarını "…şairlerin bankacılar kadar güçlü bir sese sahip olabileceği habercisi" olarak görüyordu; ben de bu algılamalardan nasibini almış, ondan etkilenmiş insanlardan biriydim.
Hayatın kendisini nasıl değiştirdiğini sorguluyordu Havel veda konuşmasında:
"Şaşırtıcı bir şey keşfettim: Bu deneyim zenginliğinin özgüvenimi daha da artırması beklenirdi, oysa bunun tam tersi oldu; bu süre içinde kendimden daha az emin hale geldim, çok daha alçak gönüllü oldum. İnanmayacaksınız ama sahne yükü her geçen gün beni daha çok ürkütüyor. Görevi yerine getiremeyeceğimden ya da yüzüme gözüme bulaştıracağımdan giderek daha çok korkuyorum. Konuşmalarımı yazmak benim için giderek daha zor oluyor. Yazdığımda da kendimi tekrarlamakta olduğum endişesine kapılıyorum. Sık sık beklentileri karşılayamayacağımdan, görev için gerekli vasıflara sahip olmadığımın ortaya çıkacağından korkuyorum. İyi niyetime rağmen büyük yanlışlar yapacağımdan, güvenilir olmaktan çıkacağımdan, dolayısıyla yapmakta olduğum şeyi yapma hakkını yitireceğimden ürküyorum."
Tam da Amos Oz'u haklı çıkaran açık yürekli bir sorgulama örneği. Oz, "Hayatta eli boş dönülmeyen tek yolculuk, içimize yaptığımız yolculuktur!" demiyor mu? Havel kendi içine yaptığı yolculukta yakaladığı, sanatçı kişiliğinin yarattığı özgüven ve açıklıkla dışa vurduğu düşüncelerini, "…giderek daha çok şüpheci oluyorum, hatta kendimden bile kuşku duyuyorum. Ve düşmanlarımın sayısı arttıkça, zihnimde onların yanında saf tutuyor, dolayısıyla kendi kendimin düşmanı haline geliyorum" diye haykırıyor.
Hayatını "değerlerin" serabına kaptırmış olanlardan değilseniz, sizin için "anlamlı" olanlar öncelikli ise Havel'in, "…Yaşlandıkça, olgunlaştıkça ve deneyimlerim ve aklım arttıkça, sorumluluğumun ve kabul etmiş olduğum görevin çok değişik yükümlülüklerinin tam boyutlarının giderek daha iyi farkına vardım" saptamalarına yakın olanlardan birkaçı, zihin arşivinizin bir yerinde mutlaka vardır.
Ve hiç kuşkunuz olmasın ki, dünyayı belli ölçülerde algılayan, olup bitenlerin farkına varan, kimi zaman yaptıklarına "aşırı değerler" yükleyen çoğumuz, ünlü Afrika atasözünü anımsamak zorunda kalır: "İnsanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşma."
İşte o zaman insana özgü olan "bilgilik" gelir zihnimizin odağına yerleşir; Havel'in çağrısında bayraklaşır:
"…Artık bana ideallerimin ve amaçlarımın neler olduğunu, dünyayı nasıl değiştirmek isteğimi sormayı bırakıp, daha çok gerçekte neler yapmış olduğumu, hangi niyetlerimi gerçekleştirmiş, ne gibi sonuçlar almış olduğumu, arkamda nasıl bir miras nasıl bir dünya bırakacağımı sormaya başlayacağı an, geri dönülmez bir şekilde yaklaşıyor. Ve birden, bir zamanlar beni totaliter bir rejime karşı çıkmaya ve bunun için hapse girmeye yönelten aynı manevi ve entelektüel huzursuzluk, şimdi beni kendi eserimin ya da desteklemiş olduğum veya etkilerini benim mümkün kıldığım kişilerin eserlerinin değeri konusunda derin kuşkular beslemeye yöneltiyor."
Havel gibi bilge insanlar; bize kendimize yüklediğimiz aşığı değerin ne denli anlamsız olduğunu anımsatır. Hızla değişen evrenimizde, zamanın inanılmaz aşındırıcılığının nasıl bir "gerçek algılamasını" önümüze koyacağını hiçbirimiz kestiremeyiz.
O zaman Vaclac Havel'in sesine iyice kulak vermeliyiz:
" Aklın, barışın, adaletin yoluna koyulmak demek, sıkı çalışma, kendini inkâr, sabır, bilgi, soğukkanlı bir bakış ve yanlış anlaşılma riskini göze almak demektir. Aynı zamanda, herkesin kendi kapasitesini tartabilmesi ve buna göre davranması demektir."
Hayat biraz da böyle bir şeydir…