Uzun vadeli projeksiyonlar: BRIC ve Türkiye
PİYASA GÖZÜYLE / Fatma Melek Türkiye Avrupa'nın 8. büyük ekonomisi olup dünya sıralamasında ilk yüzde 10'da yer almakta. Avrupa'nın en hızlı büyüyen başlıca ülkelerinden biri olan Türkiye BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkelerinin ardından en fazla büyüme potansiyeline sahip ülke grubu içinde değerlendiriliyor. Öncelikle rakamlarla BRIC ülkelerini bütün olarak değerlendirirsek; dünya yüzölçümünün dörtte birini oluşturan, dünya nüfusunun yarısına yakınını barındıran BRIC ülkelerinin dünya ticareti içindeki payı yüzde 12, dünya gayrisafi yurt içi hasılasındaki payları ise yaklaşık yüzde 13. Yapılan projeksiyonlara göre BRIC ekonomisinin grup olarak G7 ülkelerini 2032 yılında geride bırakacağı öngörülüyor. Çin ve Hindistan'ın sırasıyla imalat sanayi ve hizmetlerde dünyanın en önemli üreticilerinden, Brezilya ve Rusya'nın da dünyada emtia ürünlerinin en önemli tedarikçilerinden olması beklenmekte. Dolayısıyla BRIC ülkeleri önemli bir ekonomik blok olma yolunda ilerliyor. 2015 yılına kadar 800 milyon kişinin bu ülkelerdeki orta sınıfa katılması beklenmekte. Bu rakam iki buçuk ABD nüfusuna eşdeğerdir. 2025 yılında yıllık 15.000 doların üzerinde geliri olan kişilerin 200 milyona ulaşması beklenmekte. Bu da demektir ki bu ülkelerdeki talep artışı sadece temel ürünlerde kalmayacak, yüksek fiyatlı ürünlere de talep gelecek. Dolayısıyla ağırlık Avrupa ve Amerika'dan, Asya'ya, Rusya'ya yöneliyor. BRIC ülkeleri dünyadaki satın alma ve birleşmelerde de önemli oyuncu olma yolundadır ve ağırlıkları giderek büyüyecektir. Söz konusu ülkeler toplam olarak son 4 yılda 130 milyar doların üzerinde satın alım gerçekleştirdiler. En büyük satın alımlar 20-30 milyar dolarlık işlemler olmak üzere demir-çelik sektörü. Bunun dışında öne çıkan sektörler enerji, otomotiv, finans ve perakende. Çin, Afrika'da, Kazakistan'da, Ortadoğu'da enerji yatırımlarını artırmakta. Yapılan çalışmalarda, BRIC ülkelerinin yanısıra "BRIC'e benzer" diğer aday ülkeler incelenmiş ve bu bağlamda 11 ülke (N-11) öne çıkmıştır. Bu ülkeler kendi içlerinde farklı olmakla beraber temel kriter olarak yüksek nüfuslu olmaları göz önüne alınmıştır. Buna neden olarak da büyük bir nüfusla desteklenmedikçe başarılı bir büyüme hikayesinin global etkisinin olmayacağı gösterilmektedir. Örneğin; İsveç, Norveç gibi ülkeler yüksek gelir seviyelerine rağmen global bir güç değildirler. Türkiye ise Kore ve Meksika'dan sonra en yüksek potansiyele sahip N-11 ülkesi olarak değerlendiriliyor. Örneğin bu grubun (N-11) dünya GSYİH'si içindeki payı 2007 itibariyle yüzde7.3 iken bu büyümenin yüzde 70'inin üzerindeki kısmını sırasıyla 4 ülke; Kore (yüzde 1.8) Meksika (yüzde 1.6) Türkiye (yüzde 1.2) ve Endonezya (yüzde 0.8) sağlıyor. Ayrıca Türkiye'nin dış ticaret hacmi son 10 yılda 4 katına çıkarak 300 milyar dolara ulaşmış, dünya ticareti içindeki payı da yüzde 50 artarak yüzde 1'e çıkmıştır. Bu da Türkiye'nin uluslararası piyasalarda giderek önemli bir oyuncu haline geldiğini göstermektedir. Burada ürün kalitesi, uluslararası normlara uygunluk, verimlilik kazançları ve işgücünün daha kalifiye hale gelmesi önemli rol oynamaktadır. Bazı uzun vadeli projeksiyonlarda, Türkiye'nin 2050 yılında kişi başına gelirinin 45 bin dolar ile ABD'nin o tarihteki kişi başına milli gelirinin (90 bin dolar) yaklaşık yarısına ulaşacağı öngörülmektedir. Türkiye'nin birkaç on yılda kişi başına gelirinin yüksek-orta gelirli ülkeler arasında yer alması beklenmekte. Bu projeksiyonların eski milli gelir sayılarına göre yapıldığını göz önüne aldığımızda 2050 yılında ulaşılmasını öngörülen rakama çok daha evvel ulaşılması da mümkün olabilir. Ancak bunların gerçekleşebilmesi için gerekli kriterler nelerdir? Makroekonomik istikrar ve bu bağlamda kamu dengesinde olumlu gelişme, teknolojinin geliştirilmesi ve dış pazarlara daha fazla açık olma. Öncelikle kamu dengesine baktığımızda; Türkiye'de kamu gelirleri uluslararası karşılaştırmalarda geride kalmakta olup, orta vadeli mali çerçeveye göre önümüzdeki beş yılda da bir düzelme olacağı öngörülmüyor. Türkiye'de bütçe gelirleri milli gelirin yüzde 20'si düzeyinde ancak AB-27'de kamu gelirleri milli gelirin yüzde 45'i seviyesinde. Dolayısıyla Türkiye'nin kalkınmasını hızlandırmak, eğitim, sağlık ve altyapı yatırımlarını artırabilmesi için kamu gelirlerini yükseltmesi gerekiyor; bunun için de kayıtdışılığı azaltarak, vergi tabanının genişletilmesi olmazsa olmaz bir koşul. İkincisi Teknoloji: AR-GE nerelerde yapılıyor? Türkiye'de AR-GE faaliyetlerinin büyük ölçüde üniversiteler tarafından yürütüldüğü görülmektedir. OECD ülkelerinde ise AR-GE faaliyetlerinde sanayinin payı yüksektir. Türkiye'de üniversite çalışmalarının büyük çoğunluğunun da ülke ekonomisine doğrudan katkısının sınırlı olduğu değerlendirilebilir. Genelde araştırmalar doktora tezi olarak kalıp, sanayi ile bağlantısı olmuyor. Halbuki gelişmiş ülkelerde yapılan bilimsel araştırmalar sanayie doğrudan (lisanslı) veya dolaylı (eleman transferi veya yapılan yayınların uygulanması) olarak aktarılmaktadır. Sonuç olarak ekonomiye doğrudan katkı açısından sanayi destekli AR-GE'nin artırılması gerekmektedir. Türkiye'nin 2007 yılında 5 milyar dolar olarak gerçekleşen AR-GE harcamalarının sınırlı olduğu bilinen bir mevzu. Bu konuda lider ülkeler ABD, Japonya olup Çin de AR-GE harcamalarında Japonya'ya yaklaşmıştır. Bunun yanısıra, insan sermayesi istikrarlı bir büyüme sağlamak için kritik öneme sahip. Genç, dinamik ve yüksek bir nüfusa sahip olması Türkiye için önemli bir avantaj. Gelişmiş ülkelerde nüfusun yaşlanıyor olmasına rağmen Türkiye'de ortalama yaş 29 seviyesinde; AB'de ise ortalama yaş yaklaşık 40. Türkiye'nin artan rekabet ortamında amaca yönelik bir eğitim politikası ile işgücünün eğitim seviyesinin yükseltilmesi büyük önem taşıyor. Bu durum daha yüksek teknoloji ile çalışmayı, daha yüksek katma değerli ürünler üretebilmeyi ve inovasyon yaratma kapasitesinde iyileşmeyi de beraberinde getirecektir. Son dönemde Türkiye dışa açıklığını artırmaktadır. İhracat da yön değiştirmektedir. Son 7 yılda giyim yarı yarıya azalırken, otomotiv üçe katlanarak en gözde sektör olmuştur. Türkiye'ye yabancı yatırımcı ilgisi de sürmektedir. Ancak gerçek anlamda dışa açık olabilmek için yatırımların iç pazara yönelik hizmet sektörünün dışında da artması önemlidir. Son bir yılda sanayie yapılan yatırımların payında da bir artış var dolayısıyla trend doğru yönde... İhracatımız artmakta ve orta-üst teknoloji seviyesindeki sektörlere doğru bir kayma görülmektedir. Bu ivmenin hızlanması gerek. Daha fazla teknoloji ağırlıklı daha yüksek katma değer yaratacak ürünlerle sanayileşmemizi hızlandırmalıyız. Burada kritik başarı faktörleri: Ticarette dışa açıklığımızı artırarak devam ettirmek, teknolojiye (AR-GE) ve bu dönüşümü gerçekleştirecek insan sermayesine yatırım.