Uzun ince bir yoldayım
Geçen hafta gerçekleştirilen Para Politikası Kurulu'nda (PPK), Merkez Bankası (MB) politika faizini piyasa ve İş Yatırım beklentilerine uygun olarak yüzde 5,75'te sabit tuttu. Merkez Bankası tahminimize paralel Türk lirası ve döviz yükümlülüklerdeki munzam karşılıkları değiştirmeyerek "bekle ve gör" tutumunu korudu. Buna rağmen gerek yayınlanan toplantı notlarının dili, gerekse borç verme faizinin yüzde 9'dan yüzde 12,5'e yükseltilmesi Merkez Bankası'nın para politikasında keskin bir dönüş olduğunu gösteriyor.
Aslında, son dönemde açıklanan veriler Merkez Bankası'nın çizdiği görünüme uygun seyrediyor. Tüketici kredilerindeki büyümenin makul seviyeye inmesi ve özel kesim tasarruflarındaki artış sayesinde iç ve dış talep arasındaki dengesizlik düzelmeye başladı. Cari açık dengesinde önümüzdeki aylarda daha da hız kazanması beklenen bir düzelme görülüyor.
Enflasyon cephesinde işlerin iyi olmadığını zaten biliyorduk. Kamu fiyat ayarlamaları, ÖTV vergilerindeki artış Türk lirasındaki değer kaybı ve işlenmemiş gıda fiyatlarındaki baz etkisi enflasyonun önümüzdeki aylarda belirgin bir şekilde yükselmesine neden olacak. Ancak Merkez Bankası eskisine göre çok daha şahin gözüküyor. Banka enflasyondaki artışın beklentileri ve görünümü bozmasına izin vermeyeceğini net bir şekilde söylüyor.
Peki, ne değişti de Merkez Bankası para politikasında böylesine keskin bir dönüş yapıyor? Cevap Türkiye'de değil dünya ekonomisinde aşağı yönlü risklerin artmasından kaynaklanıyor. Avrupa borç krizine intizamlı bir çözüm bulunması ihtimalinin gün geçtikçe azalması nedeniyle küresel risk iştahında ciddi bir bozulma yaşanıyor. Avrupa Merkez Bankası'nın müdahalelerine rağmen İtalya'nın faiz oranları yeniden yüzde 6'daki psikolojik sınırına gelmiş durumda.
Yüksek betaya sahip bir yatırım aracı olarak Türk lirası bu süreçten kaçınılmaz olarak olumsuz etkileniyor. Türk lirası gelişmekte olan ülke paralarındaki satış dalgasına paralel Ağustos sonu ile 19 Kasım arasında dolara karşı yüzde 8 oranında değer kaybetti. Türk lirasındaki değer kaybının enflasyonu artırmasından ve finansal istikrarı bozmasından endişe eden Merkez Bankası öncelikle döviz ihaleleri yoluyla daha sonra doğrudan müdahalelerle Türk lirasındaki değer kaybını durdurmaya çalıştı.
Bu yöntemler tek başına işe yarayamayınca sıra faiz silahına geldi. Küresel konjonktürdeki belirsizlikler yüzünden Merkez Bankası politika faizlerini artırmaktan imtina etti. Bunun yerine borç verme faizi artırılarak faiz koridoru genişletildi. Alınan önlem sonrasında Merkez Bankası'nın bankalara API yolu ile verdiği yaklaşık 60 milyar lira civarında kaynağın maliyeti değişmeyecek. Ama Merkez Bankası'nın APİ miktarını azaltması durumunda veya başka bir nedenle sistemin likidite ihtiyacı artarsa İMKB para piyasasında (yaklaşık 22 milyar lira) faizlerdeki dalgalanmanın boyutu şimdine göre çok daha yüksek olacak.
Mevcut durumda likidite sıkışıklığı yaşanması durumunda para piyasası faizleri piyasa yapıcıların Merkez Bankası'ndan borçlanma faizi olan yüzde 8 seviyesini kalıcı olarak aşamıyordu. Çünkü bu seviye aşıldığında piyasa yapıcısı bankalar Merkez Bankası'nın borç verme faizinden borçlanıp bu piyasada arbitraj yapabiliyorlar. Yeni durumda likidite sıkışıklığı yaşandığında para piyasası faizleri yüzde 8'in çok daha üzerine çıkabilecek.
Piyasa etkileri: Merkez Bankası'nın aldığı kararı "sıkı para politikasına geçişin" ilk adımı olarak gören piyasaların tepkisi çok sert oldu. Tahvil piyasasında neredeyse tüm vadelerde, ama özellikle kısa vadelerde faiz oranlarında sert yükselişler görüldü. İMKB'de başta banka hisseleri olmak üzere faize duyarlı sektörlerde şiddetli satışlar görüldü. Türk lirası Merkez Bankası'nın kararı sonrasında hızla değer kazandı. Merkez Bankası'nın para politikasını ne derece sıkılaştıracağı ekonominin ne derece yavaşlayacağına ve küresel risk iştahına bağlı olarak belirlenecek. Ekonominin durgunluk riski ile karşılaşacağı kötümser bir senaryoda Merkez Bankası'nın para politikasında sert bir sıkılaşmaya gitmesini beklemiyoruz.