Uzlaşmasız uzlaşma!
İktidar yetkilileri muhalefeti anayasa konusunda "AKP ile uzlaşmamakla" suçluyorlar. Özellikle vurguluyorum; çünkü "uzlaşmak" fiil kavramı iktidarın zihin modelinde gerçek anlamından çok uzak bir yerde duruyor.
Kavramın gerçek anlamını Türk Dil Kurumu'nun Türkçe sözlüğünden aktarayım ki kolay anlaşılsın: "Aralarındaki düşünce veya çıkar ayrılığını, karşılıklı ödünlerle (tavizlerle) kaldırarak uyuşmak, karşılıklı anlaşmak ve mutabık kalmak."
Devamı da var. TDK sözlüğünün 2300'üncü sayfasını açanlar "uzlaşmak" fiil tanımının hemen altında Üstat Falih Rıfkı Atay'dan aktarılan şu cümleyi okuyabilirler: "Uzlaşmaktan, karşısındakinin kendisine tek yanlı olarak boyun eğmesini anlayanları azimli, kararlı kişi olarak nitelendirenlerden değilim."
İşte, demokrasiyle yönetildiği iddia edilen bir ülkede iktidar mevkiinde bulunanlar için "uzlaşma" kavramının gerçek anlamı bu kadar açık ve basit. Tabii, böyle anlamak ve yönetim zihniyetinin baş köşesine yerleştirmek şartıyla.
Oysa, AKP'nin zihin modelindeki uzlaşma, iktidarın her istediğine "kafa sallayacak" bir ortak veya destek arayışından ibaret. Böyle ortak bulamayınca kızıyor, eleştiriyor, tepki gösteriyor iktidar yetkilileri. "Siyasi empati" yoksunluğu, "demokratik uygarlık" zemininde belki kolayca çözülebilecek önemli siyasi sorunları karmaşık meselelere, gerilimlere, krizlere dönüştürüyor.
Anayasa tartışması
Türkiye, 2007 yılının "sıcak yazından" sonra 2009'da yeni bir anayasa tartışmasına tanık oluyor. Tartışmanın konusu bu kez "sivil anayasa" değil; AKP'nin mevcut anayasada yapmak istediği "kısmi" değişiklikler.
Siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırmak, Anayasa Mahkemesi'nin yapısını değiştirerek yargıçların hemen hemen yarısını mecliste seçtirmek, Cumhuriyet Başsavcısı'nın partilerle ilgili dava açma yetkilerini kısmak… Bunlar, kamuoyuna parça bölük yansıtılan "AKP taslağındaki" en önemli hedefler…
Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı, kişisel verilerin korunması, insan ve çocuk haklarıyla ilgili kimi öneriler de şüphesiz önemli. Fakat, iktidarın bu gibi konularda yarattığı "güvensizlik" öylesine köklü ki, bu öneriler de "AKP'nin asıl hedeflerini örten demokrasi cilâsı" gibi algılanıyor.
Çünkü, taslağın üzerindeki "demokratik cilâsı" kazındığında, altından AKP'nin "kendi siyasi bekasına" yönelik bir anayasa değişikliği tasarımı çıkıyor. Gerçekten de zemin, zaman ve durum dikkate alındığında bu girişimin başka türlü algılanması mümkün değil.
AKP liderliği üstelik anayasa değişikliğini 2007 Temmuzundaki genel seçimlerde aldığı yüzde 46 küsur oyu 2009 Martı'ndaki yerel seçimlerde yüzde 38 küsura düşürmüş bir iktidar olarak gündeme getiriyor. 2007'de yüzde 47 küsur oy gücüyle kurguladığı "sivil anayasa" tasarımını gerçekleştirememişken 2009'da yüzde 38 küsur oyla kısmi anayasa değişikliği istiyor. Hem de "uzlaşma benim istediğimi kabul etmektir" anlayışıyla…
Yanlış zaman…
Aslına bakılırsa, bu istekte bir "mantık matematiği" yok değil: Yüzde 46 küsurla anayasanın tümünü değiştiremediysem, yüzde 38 ile hiç olmazsa bir kısmını değiştirebilirim hesabı. Ne ki, anayasa gibi devletin ve toplum düzeninin temelini oluşturan bir konuda tek taraflı matematik hesaplar tutmaz.
Demokrasinin işlediği ve iktidar tarafından da "içselleştirildiği" bir sistemde siyasal, kurumsal ve sosyal mutabakatı yansıtan geniş bir uzlaşma yoksa, seçilmiş de olsa siyasi iradenin tek başına değil yeni anayasa yapmak; mevcut anayasada kimi değişiklikleri gerçekleştirme şansı en iyi tahminle sıfıra yakındır. Kamuoyu bu gerçeği çok net görüyor. Algılama şudur:
AKP anayasa meselesini yanlış zamanda gündeme getirmiştir. Türkiye, ekonomisi ve toplumun büyük kesimiyle krizle baş etmeye uğraşırken öncelik anayasada değil, ekonomidedir.
AKP anayasa meselesinde gerçek anlamıyla işleyen ve ortak sonuç doğuracak bir uzlaşma zeminini mutlaka yaratmalıdır. Aksi halde yakın geçmişte yaşanan gerilim ve siyasi krizlerin tekrarlanması kaçınılmazdır.