Uyarı övgüden daha yararlı

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Yeri geldikçe sık sık belirttiğimiz gibi, uzun vadeli ve kalıcı bir yol haritası oluşturacak duruma bir türlü ulaşamasak da konjonktür yönetiminde ve makroekonomik göstergelerde becerimiz giderek artıyor. Ancak iki önemli kusurumuz var: Birincisi, bu kısmi başarıyı abartma ve temel sorunlarımızı da çözmekte olduğumuz şeklinde algılama eğilimimiz, ikincisi de kapsamlı ve kalıcı bir sıçramayı kurumlarımızı, zihniyetimizi ve alışkanlıklarımızı değiştirmeden sağlayacağımıza olan inancımız. Bu nedenle sayısı giderek artan ölçüsüz övgülere kuşkuyla yaklaşacağımıza, bunları doğal görüp seyrek de olsa ortaya çıkan gerçekçi uyarılara öfkelenerek uyarıların arkasında bulunduğunu varsaydığımız kötü niyetleri sorgulamayı tercih ediyoruz. Oysa böylece bir yere varmak mümkün olmadığı gibi, küresel koşullardaki değişimin daha da belirginleştirdiği göreli avantajlarımızı ve gerçekten zengin olan potansiyelimizi değerlendirmemize engel de olabilir.

Kredi notu ve AB örnekleri

Geçtiğimiz haftalarda bu dediklerimizi doğrulayan yeni örneklere tanık olduk. Sözgelişi AB ülkelerindeki borç krizini neredeyse Avrupa'nın çöktüğü, bizim ise bir yıldız gibi yükseldiğimiz şeklinde yorumlayanlara rastladık. Oysa Avrupa'nın çökmesi değil, AB sisteminin daha gerçekçi ve işlevsel bir yapıya dönüşmesi ihtiyacının artık bir zorunluluğa evrilmesi söz konusu olduğu gibi, oradaki sorunun derinleşmesinin uzunca bir süre için bizim gelişme yolumuzu tıkayacağını görmemiz daha akılcı olur. Derecelendirme şirketleri de AB ekonomilerine bağımlılığımızın önümüzdeki dönemde bir risk unsuru olduğunun tabii ki farkında. Bu durum sadece dış ticaret ve finansman kanallarımızı kötüleştirmekle kalmaz, geliştirmeye çalıştığımız yeni stratejik çerçeveyi ve programı yeniden ele almamızı gerektirir.

Daha somut bir örnek ise, dünya çapındaki üç kredi değerlendirme kuruluşundan birinin notumuzun görünümünü durağana çevirmesi, diğerinin ise pozitif görünümü devam ettirmekle birlikte hem görünüm hem de kredi notu üzerindeki aşağı yönlü baskıları fazlaca vurgulaması oldu. Bu raporların teknik ve metodolojik yönden irdelenmesi ve nerelerde yanlış değerlendirme yapmış olabileceklerinin tartışılması yerine, yükselmemizin önüne geçen ya da en azından yatırımcıların beklentilerini olumsuz etkileyen art niyetli tavırlar olarak nitelenmesi eğilimi yaygın. Derecelendirme kuruluşlarının özellikle küresel kriz sonrasında prestij yitirdiği ve bazı ülkelere geçmişte verdikleri notlarda hata yaptıkları doğru olsa da bunun mutlaka Türkiye için yaptıkları değerlendirmenin yanlış ve geçersiz olduğu anlamına gelmediğini kabul etmekte zorluk çekiyoruz.

Neresi sürpriz?

Oysa bu kuruluşlardan birinin son yıllarda bizim notumuzu en fazla arttırdığı, diğerinin ise bizim de sıklıkla işaret ettiğimiz hükümet politikalarında, mali disiplinde, kamu borcunun düşürülmesinde sağlanan başarıyı özellikle vurguladığı gözardı edilmemeli. Ayrıca kriz sürecinde hızlı toparlanmayı sağlayan esnekliği ve siyasal istikrarın önemini de kabul ediyorlar.

Buna karşılık büyüyen cari açığı ve bu açığın finansman kalitesindeki düşüşü ciddi bir risk olarak görüyorlar. Başta hükümet olmak üzere hangimiz görmüyoruz ki? Ayrıca bunun enerji ithalatı ve ihracattaki ithal girdisi yüksekliği gibi yapısal faktörler dışında, tüketim artışı gibi konjonktürel döngülerden de kaynaklandığını, enflasyon eğiliminin güçlendiğini, bunun da kırılganlığı arttırdığını vurguluyorlar.

Bunun yanında, mali disiplini destekleyen bazı gelişmelerin geçici ya da bir defalık olduğunu, yüksek büyüme ve vergi barışının da bu niteliği taşıdığını ifade ediyorlar. Kredi büyümesini ve doğrudan dış yatırım gibi borç yaratmayan kaynak girişlerindeki düşüşü de olumsuz değerlendiriyorlar. Bunların hiçbiri bilinmeyen ya da sürpriz tespitler değil.

Algıyı değiştirmek elimizde

Kuşkusuz yapılan değerlendirmelerde tartışılabilecek yönler de var. Sözgelişi para politikalarında tereddüt yaratan yönler bulunduğu, döviz rezervlerinin yetersiz olduğu, cari açığı azaltacak yapısal reformların gerçekleşeceğinin belli olmadığı, kayıtdışı ve kalıcı mali disiplini sağlayacak vergi reformu konularının zaman içinde belli olacağı, kurumsal öngörülebilirlik ve işgücü piyasaları esnekliği düzeyinin yetersizliği gibi hususlarda aynı fikirde olmayabiliriz. Ama sonuçta bunu kanıtlamak da nasılsa bize kalmış değil mi?

Nihayet özel sektörümüzün artık rekabetten kaçan değil, dünyaya ve ortaklıklara açık bir vizyona sahip olduğu, Türkiye'nin doğrudan yatırımlar için cazibesinin arttığı gibi hususlar da yeterince değerlendirilmemiş olabilir. Ancak bunlar da ancak gerekleşince ve sonuçlar ortaya çıkınca dikkate alınabilecek parametreler.

Kaldı ki uzun zaman boyunca ekonomik sicilimizin olumsuz bir algı biriktirdiği açık. Algıyı değiştirmek de yine bize bağlı. Yapacağımız iş son on yılda bu doğrultuda kat ettiğimiz mesafeyi hızla büyütmek.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019