Uyanan Çin dünyayı sallar mı?

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

 

 
 
İslam karşıtı film nedeniyle Kuzey Afrika'nın müslüman ülkelerinde ortaya çıkan ABD karşıtı olaylar sürerken, ABD Savunma Bakanı Leon Panetta da Uzakdoğu gezisindeydi. Panetta'nın Çin, Japonya ve Yeni Zelanda'yı kapsayan bir haftalık ziyaretinin amacı, ABD'nin bölgedeki gelişmelerle yakından ilgilendiğinin açık bir göstergesi. Hatırlanacaktır, bundan yaklaşık bir yıl önce, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, dünyanın stratejik ve ekonomik çekim merkezinin Doğu'ya kaydığını söylemiş; hemen akabinde de Barack Obama, ülkesinin bir Pasifik ülkesi olduğunu belirterek, Çin'in bölge üzerinde nüfuzunu arttırma girişimlerine karşı kayıtsız kalmayacaklarını ima etmişti. ABD'nin, bölge ülkeleriyle askeri, siyasi ve ekonomik yönlerden ilişkilerini geliştirmek istemesinde, bu nüfuz artışı denemesini kontrol altına almak önde gelen hedef. Fakat Amerikan yönetimi, diğer taraftan, yüzyılın yükselen gücü Çin'le ilişkisini geliştirmek; bu ülkeyi bir tehdit unsuru olmaktan çıkarıp, uluslararası sistemin istikrarına katkıda bulunacak küresel bir güç konumuna döndürme konusundaki çabasından da vazgeçmiyor.
Demokrat ve Cumhuriyetçilerin desteklediği bu politika esasen yeni değil.
***
ABD-Çin ilişkilerinde, Başkan Nixon'ın 1972'de Çin'e yaptığı ziyaret bir dönüm noktası. İlk defa bir Amerikan Başkanı'nın komünist blokun önde gelen bu ülkesine yaptığı ziyaret, tüm dünyada büyük ilgi ve memnunluk uyandırmıştı. İki ülke arasında, Çin'de Komünist Parti'nin iktidara gelmesi ve sonrasında patlak veren Kore Savaşı'yla başlayan gergin ilişkilerin normalleşme sürecine girmesinde, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ve Çin Başbakanı Zhou Enlai'nin Çin'de yaptıkları görüşmeler kadar, Nixon'ın Başkan Eisenhower'ın yardımcılığını yaptığı 1950'li yıllarda, bu ülkeye karşı duyduğu özel ilginin de etkisi olmuştur. 1970 Şubatında ABD Kongresi'ne sunulan Dış Politika Raporu'nda, Çinlilerin uluslararası camianın dışında bırakılamayacak kadar büyük bir ulus oldukları; o zaman 700 milyon nüfusa sahip bu büyük ülkenin uluslararası sistemin istikrarına uzun vadede büyük katkı sağlayacağının ifade edilmesi, Nixon yönetiminin Çin'le ilgili düşüncesinin açık bir ifadesi (*). İlişkilerin normalleşmesine giden yolda bir diğer etken, Avrupa'nın ABD üzerindeki baskısıdır. Batı
Almanya Başbakanı Konrad Adenauer'ın artan Sovyet nüfuzuna karşı, ABD'den Çin'le ilişkilerini geliştirmesini istemesinin iki ülkenin yakınlaşmasındaki etkisi yadsınamaz. ABD ve Çin arasında 1969'dan 1971'e kadar süren görüşmeler, 1972 yılının Şubat ayında Nixon'ın Çin'de, Mao Zedung ile bir araya gelmesiyle zirveye ulaşmış; diplomatik ilişkiler ise Zirvenin üzerinden yedi yıl geçtikten sonra, ancak 1979'da başlayabilmiştir.
***
ABD-Çin yakınlaşması son otuz yılda askeri, siyasi ve ekonomik alanlarda önemli gelişmelere yol açmıştır. Bu yakınlaşmanın ABD ve Sovyetler Birliği arasında askeri alanda süregelen kutuplaşmayı yumuşatıp, ilişkilerde diplomasinin rolünü arttırdığı bir gerçek. Amerikan tarafında o zaman hakim olan düşünce, ABD-Çin yakınlaşmasının, silahların kontroluna ilişkin ABD Sovyetler Birliği arasındaki görüşmelerde, Sovyet tarafını Amerika'yla işbirliğine iterek, detante politikasına katkıda bulunacağı düşüncesiydi. Ayrıca ABD, yeni Çin politikasıyla, Çin ve Sovyetler Birliği arasındaki gergin ilişkilerde de bir denge unsuru olmaya başlamıştır. ABD'nin geçmişte Çin'le ilişkilerin geliştirilmesi için sürdürdüğü kararlı ve dirayetli politikanın, Çin'in ve bölge ülkelerinin ekonomik kalkınmasına olduğu kadar, dünya barışının sürdürülmesine de katkısı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yumuşayan siyasi ilişkiler, zamanla Çinli yöneticilerin olaylara ideolojik saplantıları bir yana bırakarak pragmatik bir gözle bakmalarına katkı sağlamıştır. Ülkenin 1970'lerin sonlarından başlayarak gerçekleştirdiği mucizevi ekonomik kalkınmada, bu düşünce değişikliğinin payı büyük. Çin mucizesinin mimarlarından Deng
Xiaoping'in, "Zenginleşmek muhteşem. Fareyi yakaladıktan sonra benim için kedi siyah olmuş
beyaz olmuş önemi yok" sözü bunun iyi bir ifadesi.
***
Gerçekleştirdiği olağanüstü ekonomik performansla dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Çin, izlediği uluslararası siyaset ve ekonomi politikası nedeniyle uluslararası camianın yakından takip ettiği bir ülke. ABD ve Çin ilişkilerinin yakın gelecekte alacağı şekil, bölgedeki siyasi gelişmelerin geleceği açısından da önem taşıyor. Ne ABD ne de Çin Uzakdoğu ve Pasifik bölgesinde kontrolları dışında gelişmelere izin vermeye niyetli değiller. Zira her iki ülkenin de bu durumda, siyasi ve ekonomik anlamda sadece bölge değil dünya üzerindeki nüfuzlarından da çok şey kaybedecekleri açık. Çin ve ABD arasındaki ilişkiler bundan sonra karşılıklı bir rekabet üzerine mi, yoksa işbirliği üzerine mi gelişecek? İlişkilerin işbirliği üzerine geliştirilmesinin her iki ülkeye olduğu kadar, dünya barış ve istikrarına da büyük katkısı olacağı açık. Napolyon söylemiş olsun olmasın, "Çin uyanırsa dünyayı sallar" sözünde gerçek payı var. Çin uyanmasına uyandı. Esas endişe konusu olan, bu uyanışın Uzakdoğu-Pasifik Bölgesi'nden başlayarak dünyayı sallayıp sallamayacağı. Bütün gayretler de, bir sallantıyı önlemek üzerine yoğunlaşıyor. Japonya
ve Taiwan arasında Doğu Çin Denizi'nde, Çin'in de hükümranlık iddia ettiği adalar konusunda meydana gelen sürtüşme ciddiye alınabilecek bir gelişme. Önlem alınmazsa bölge, yeni bir Ortadoğu olma yolunda ilerleyebilir. Aslına bakarsanız, denizin altında olduğu tahmin edilen devasa petrol ve doğalgaz yatakları olmasa, kimsenin üç beş ufak adayla ilgileneceği de yok.
------------
(*) Richard M. Nixon, "United States Foreign Policy for the 1970's: A New Strategy for Peace,"
February 18, 1970 (Washington DC; Government Printing Office), p. 104.
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016