Utanç temelli patrimonyal kültür

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ [email protected]

Türkiye’mizde hangi konuda güncel konularda yazı yazarsanız yazın “Bugün ne yazsam?” sıkıntınız olmaz. Türkiye günlük köşe yazarları için bir hazinedir. Bizde soru “Bugün ne yazsam?” değil “Bugün hangisini yazsam?” sorusudur.

İşletme ve ekonomi konusunda yazan benim gibi bağımsız yazarlar çoğu kez aşikarı ifşa ettiğimiz, yani bilinen bir şeyi yazdığımız için çoğu kez “Ben dememiş miydim?” içerikli yazılar da yazabiliriz. Ben de bugün Varlık Fonu'nun Türk firmalarına kredi vermek üzere hazırlıklar yaptığı haberleri üzerine bu konuda daha önce yazdığım yazıya atfen “Ben demedim mi?” diye bir yazı yazacaktım; vaz geçtim. Okuyan okudu. Onun yerine güncel olmayan ve işletme yazınını da artık fazla ilgilendirmeyen ama yönetici olarak ardınızda sürdürülebilir bir miras bırakmak istiyorsanız yararlanacağınızı umduğum bir konudan bahis açamaya karar verdim. Daha ilerde “Ben demiştim” deme hakkım saklıdır.

Bir zamanlar işletmecilik yazını örgüt kültürü ve başat kültür konusunda yazıların istilasına uğramıştı. Bu globalleşme denilen her ne ise o ortaya çıkmadan önce daha çok yerel başat kültür veya milli kültür ile örgüt kültürünün uyumu veya uyumsuzluğu çerçevesinde sıkışmış bir çalışma sahasıydı. Derken ortaya Japonya ve Uzakdoğu kaplanları çıktı. Bu kez örgütsel kültür ve başat kültür yazılarının yerini daha çok batıdan olan yazarların “Bre aman adamlar bizim uluslararası ticaretteki yerimizi sallıyorlar. Çünkü...” diyen makale ve kitaplar aldı. Japonların konsensüs idaresi, Güney Koreli işçilerin sabah beden eğitimi çalışmaları (şaka yapmıyorum ciddiyim bu konuda makaleler basıldı), Çin asıllı iş insanlarının tarihi deneyimlerden nasıl yararlandıkları filan araştırma konuları oldular.

O da bitti dünyada evvelden adını duymadığınız, duysanız da umursamadığınız ülkeler dış ticarete soyundular. Örgüt kültürü, başat kültür, onların kültürü, bizim kültür başlıklı yazılar yazanların da harcı bitti. Çünkü kültürler birbirlerine karıştı. Söz gelimi ABD’de ‘milliyetçilik’ nutukları atan Trump başkan seçildi. Kimse “Yahu bu ülke göçmenlerin kurduğu anti-milliyetçi bir ülkedir. Hayatında milliyetçilik nedir bilmez. Bu nasıl iştir?” diye şaşkınlıktan bayılmadı. iletişim sayesinde dünyanın her tarafındaki gençlerin neredeyse aynı düşünce ve tüketim eğilimlerinde görülmeleri de ‘kültürel farklılıklar’ konusunu işleyenleri konusuz bıraktı. Sonuçta “Bu kültür işinden gayrı ekmek çıkmaz” diyen yazarlar vaz geçtiler.

Onlar geçer geçmez bizimkilerde geçti. Çünkü işletmecilik yazınında ‘main stream’ diye bir şey vardır. Türkçesi ‘günün konusu’ diye çevirebilirsiniz. Main stream içine düşen bir konuda yazmazsanız makaleleriniz ‘ilgi’ görmez. Yani basılmaz. Basılmayınca da akademik kariyerinizde yerinizde sayarsınız. Bu nedenle zaman zaman işletme yazınında herkes aynı moda konuyu işler hale gelir. Bu tür yazıları takip ediyorsanız siz de bunun farkına varmışsınızdır.

Gelelim şu kültür konusuna. Örgüt kültürü sıklıkla liderlik başlığı altına sıkışır. Bu konuda daha 50’li yıllarda yazı yazanlar dünyada iki çeşit kültür olduğundan, bir çok kültürün ya o uçta ya da bu uçta değil de ortada geçiş halinde olduğundan bahsederlerdi. Bu iki kültür utanç ve suç kültürleriydi. Judeo-Christian yani Musevi-Hristiyan kültürler denilen çoğu endüstri devrimini çoktan tamamlamış Batılı ülkeler suç kültürlü, genellikle doğulu daha endüstri devrimini bir türlü yakalayamamış ülkeler utanç kültürlü ülkeler olarak tanımlanırdı. Aralarında Türkiye’nin de olduğu bir sürü ülke de ‘geçiş’ halinde utanç kültüründen suç kültüründe doğru ilerleyen ülkeler olarak sınıflandırılırdı. Geçişler hiç bir zaman suç kültüründen utanç kültürüne doğru olmaz öbür yönde olurdu.

Bu yazına göre suç kültürüne sahip insanlar bazı işleri yasaya, töreye vesaire kurallara uygun olmadıkları için yapmazlardı. Utanç kültüründe olanlar ise bir şeyin yapılıp yapılmamasına bu işi yapanın utanıp utanmamasına göre karar verirlerdi. Yapılan iş utanılacak bir şey değilse yasaya, etik ilkelere, vesaire kurallara uygun olup olmaması önemli sayılmazdı. Bunun da kaçınılmaz sonucu ‘utanç’ verici hareketlerin “bunda utanılacak bir şey yok” olarak algılanması için ya başkaları tarafından görülmemesi veya aynı hareketi başkalarının da yapması yeterli olmasıydı. Suç kültürlü insanlara göre yaptıkları iş; yasak, kanun dışı, hatta ahlaksız sayılabilirdi ama herkes yapıyordu veya kimse görmemişti dolayısıyla utanılacak bir şey değildi. Hatta bilinse bile başkaları da yaptığı için utanılacak bir şey yoktu. Suç kültürlü insanlar bu işleri yapmakta bir sakınca görmezlerdi. Suç kültürlü biri kırmızı ışıkta ortada kimse yoksa bile geçmez, utanç kültürlü biri kimse görmüyorsa veya başkaları da geçiyorsa geçerdi. Bu araştırmalara göre Türkler bu iki kültür arasında.

Bazıları Türk toplumun başat kültürünün utanç kültüründen suç kültürüne tam bir geçiş yapmadığını bazıları ise artık yaptığını düşünebilir. Bu aslında işin bir yüzü. Bir de başat kültürün örgütlenmesi var. Ünlü düşünür Weber’in ortaya attığı, bizde de rahmetli İnalcık hocanın işlediği örgüt biçimleri.

Bu konuda Türkler yine ortada. Zamanı fi tabir edebileceğimiz geçmişte gerek Batı gerekse Doğu devletleri ‘patrimonyal’ örgütler olarak nitelendirilirlerdi. Patrimonyal örgütlerde her şey direkt olarak patronun desteği, onayı ve beğenisine bağlıdır. Biz de bu sultandır. Sanattan, spora, savaştan, barışa her şeyde sultanın hiyerarşi içinde beğenisi ve onayı olmazsa olmazdır. Adı lazım değil tarihçi olduğunu iddia eden biri Osmanlı döneminde rastlanan inanılmaz insan dönüşümünü “Bir yerde uzun süre kalan yozlaştığı için yapılmıştı” diyerek haklı kılmaya kalkarken!!! nedense bu devamsızlığın sadece sultanın işine yaradığını anlatmıyor, bu nedenle Osmanlının ne bir aristokrasi ne de bir burjuva sınıfı yaratamadığını ise es geçiyordu.

Batı'da patrimonyal devlet aristokrasini ya muhafaza ederek burjuvaziye, ya da aristokrasisini burjuvaziye çevirerek patrimonyal örgütlerden kurallarla yönetilen bürokratik örgütlere geçerken bu geçiş başat kültürün ‘kurallara uyum’ demek olan suç kültürlü insanlarca yapıldı. Türkiye patrimonyal örgütlenmeden bürakratik örgütlenmeye geçişi de tamamlamış sayılmaz.

Bu tür geçişleri yapamayan utanç kültürlü patrimonyal bir çok toplum ikilemlerine bir ikilem daha ekledi. Batılı ülkelerin göreceli başarıları altında ezilen bu toplumlar, o ülkelerin bir çok şeyleri gibi örgüt formlarını da ithal ettiler. İyi de ettiler ama bu transferin organ naklinde olduğu gibi uyum sorunları yaratacağını pek irdelemediler. Söz gelimi Türkiye hala utanç ağırlıklı patrimonyal örgüt kültürlü bir ülkedir dersem umarım kimse bunu ülkemi küçümsediğim anlamına almaz sosyologlar, kültürel antropologlar, örgüt kuramcıları üstüne vazife olmayan işlere karışma demezler. Ben gerek işletme gerekse makro düzeyde yönetim meselelerimizin çoğunluğunun altında utanç ve patrimonyal kültürlü insanların çağımızın suç ve bürokratik kültür gerektiren işlerini bunun önemini bilerek veya bilmeyerek görmezden gelen yöneticileri görüyorum.

Elbette her sorunumuzun nedeni bu kadar basit değil ama, şu veya bu şekilde bir örgütü idare etme durumunda olanların ve idare edilenlerin yazdıklarımı anlayacaklarını umuyorum. Burada çok önemli olan bir ikilem var. Yöneticiler isterlerse utanç ve patrimonyal kültürün müziği ile dans ederler bu hem egolarını doyurur hem de kısa dönemde işlerini kolaylaştırır. Ama, doğru olan örgütünüz elemanlarının suç ve bürokratik kültüre geçişlerini kendinizden başlayarak sağlamaktır. Sürdürülebilirlik için bu şarttır vesselam.

Sağlıcakla kalın.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019