Üslup esasın önüne geçerse sorunlar çözülmez!
Türk dış politikasının çok zor bir döneme girdiği artık inkar edilemeyecek bir gerçek. Suriye'de çok kanlı bir mücadele cereyan ediyor. Hernekadar birçok gözlemci Esad'ın gideceğini söylüyorsa da, bunun zamanını tahmin etmek olanaksız. Esad'ın gidiş koşullarının kestirilememesi, dış politikamızın şekillenmesini ve yürütülmesini daha da zorlaştırıyor. Suriye'de yeni bir yönetime muntazam geçiş olasılığı her geçen gün zayıflarken, muhtemel sonucun uzun süren, parçalanmayla sonuçlanacak iç savaş olması endişeleri arttırıyor. Suriye bunalımına şu veya bu şekilde karışan ve her birinin kendi gündemi olan ülkelerin hangi politikaları izleyecekleri, hangi eylemlere yöneleceklerinin bilinmemesi de başka bir endişe kaynağı.
Suriye bunalımının Türkiye için rahatsızlık verici sonuçları son haftalarda iyice belirginleşti. Rusya ile farklı düşünüyoruz ama şimdilik geçimsizlik aşamasında değiliz. İran ile ilişkilerimizi temellendirdiğimiz varsayımları gözden geçirmemiz gerektiği, İranlı lider kadrosundan çıkan saygısızca seslerden sonra daha iyi anlaşılıyor. İran, Orta Doğu'da düzen kuruculuğunun kendisine ait bir ayrıcalık olduğu kanısında; Türkiye'nin bölgede artan ağırlığını durdurmak istiyor. Müttefiklerimiz Suriye'de ne yapılmalı konusunda akıl vermeye hazır, kaynak vermeye isteksiz. İsrail ile bozulan ilişkiler, İsrail'in Rum Kıbrıs ve Yunanistan gibi yeni dostlar kazanmasına vesile oldu. Şimdi ilişkileri düzeltsek de, bu dostluklara etkisi sınırlı kalacaktır.
Bütün sıkıntılarımızı yoğunlaştıran bir Kürt sorunuyla karşı karşıyayız. Irak'ta üstlenen terör unsurları yanında, şimdi Suriye'nin beslediği unsurların yarattığı tehdit var. İran'ın desteklediği unsurlardan da söz ediliyor. Hükümetimiz çözüm sözlerini tekrarlamakla birlikte, geçmişte uygulanan politikadan çok farklı bir çözüm planı oluşturamadı. Terörle mücadele, dış politikamız açısından tam bir zaaf unsuru. Bir yandan zamanımızı, kaynağımızı, enerjimizi tüketiyor; diğer yandan bizi, dost dahi olsalar, başka ülkelere bağımlı kılıyor.
Bütün bunlar karşısında, siyasi liderlerimizden ne beklersiniz? Sizi bilemem ama ben her birinin ne yapılması gerektiği konusunda iktidar ve muhalefet arasında bir uzlaşı zemini oluşması için gayrete girmelerini beklerdim. Böyle niyetler ifade edilse bile sakin ve akılcı bir ortak çalışma ortamına geçilemiyor. Bunun iki nedeni var. İlkin, taraflar arasında sorunların teşhisi ve tedavisinde belki önemli farklar var. İkinci olarak, liderlerimiz öyle bir üslup kullanıyorlar ki, ifadeleri karşılıklı hakaret sınırları civarında dolaşıyor. Hatta, bir ihtimal, esasta var olduğunu tahmin ettiğimiz anlaşmazlıkların çoğu üslubun iletişimi engellemesinden kaynaklanıyor olabilir. Karşımızda bir fikir tartışması, alışverişi yok, kimin neyi neden söylediği anlaşılmayan bir karşılıklı atışma var.
Bir ülke düşünün, dış politikada muhalefet iktidarı taşeronlukla, mezhepçilikle itham ediyor, karşılığında o da mezhepçilikle, cehaletle, Baasçılıkla suçlanıyor. Üslup esasın önüne geçince de, akil tartışma yapılması olanaksızlaşıyor; ve sınırsız rekabet en zor dönemimizde çözüm üretme gereğini geride bırakıyor. Ne demeli, siz söyleyin!