Urumçi katliamları: Bir ihmal edilmişliğin hikayesi
Chaucer'ın Canterbury Tales'ini Ankara Koleji lise kısmında İngiliz edebiyatı dersinde okumuştuk. Canterbury Tales orta İngilizce'nin en iyi, İngilizce'nin ise en eski yazılı edebi eserlerinden sayılıyor.
Bir İngiliz'in, İngilizce'nin sözlüğe ihtiyacı olabileceğini düşünüp ilk primitif sözlükleri üretmesi için ada halkı Fransız ve İtalyan etkisinde yazılan Canterbury Tales'den sonra bir üç yüz yıl daha 17. yüzyılın başını beklemek zorunda kalmıştı. Oysa Türkçe'nin ilk ansiklopedik sözlüğünü Kaşgarlı Mahmud 1074 yılında tamamladı. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, "Kâşgarlı'nın eserini Kâşgar'da mı yoksa Bağdat'ta mı yazdığı kesinlikle belli değildir. Ancak, o bu eseri yazabilmek için, o devir Türk dünyasını adım adım dolaşarak pek çok notlar almış, yığın yığın dil malzemesi toplamış; sonra da bu malzemeyi işleyerek ve çok iyi bildiği Arap dilinin kurallarına göre düzenleyerek bir sözlük hâline getirmiştir" diyor.
Türk dilinin ilk gramer kitabını da yazan Kaşgarlı'nın doğumunun bininci yılı olan 2008 Kaşgarlı Mahmud yılı ilan edilmişti. Geçen sene 'sessizce' yapılan kutlamalarda çok az kişi, Kaşgarlı'nın adını aldığı Doğu Türkistan ve Kaşgar şehrinin Çin kontrolü altında olduğu ve hak özgürlükler açısında Birmanya ile birlikte dünyanın en baskı altında olduğu bölgelerden olduğunu fark etti.
Geçen hafta Çin'de büyük ölçüde Çin askerlerince gerçekleştirilen katliamlar, Kaşgar'a 900 km uzaklıktaki Urumçi'de yapıldı. Her ikisi de Doğu Türkistan ya da 'Sincan'ın' da yer alan şehirler. Büyüklük ve önem olarak Tien an Men olayları kadar önemli olmasına rağmen dünya basınında (beklendiği gibi) fazla bir yer almadı. Uygur Türkleri'nin bu ihmal edilmişliği Çin'in bu bölgede istediği gibi davranmasını kolaylaştırıyor.
Türkçe'de 'Sincan' olarak da anılan 'Xinjiang' ismi, Çince'de "yeni işgal edilen topraklar" manasına geliyor. Burada referans, İngilizler'in Çinliler'e 'zorla' afyon satmak için yaptıkları Afyon savaşlarından yaklaşık 40 sene sonra, General Tso Chung Tang tarafından Uygur topraklarının Çin orduları tarafından ele geçirilmesine yapılıyor. O dönemde zayıflayan Orta Asya'daki Türk idarelerinin batısı Rusya'nın doğusu da Çin'in eline geçti.
O günden bu yana dünyada kolay haber alamayacağınız yerlerin başında geliyor Doğu Türkistan. Maalesef, dünya Tibet'teki dramı, Dalai Lama'nın popülerliğinin de yardımıyla yakından tanırken, Doğu Türkistan'daki daha büyük dram Türkiye de dahil olmak üzere pek bilinmiyor.
Çin Doğu Türkistan'da bu insan hakları ihlallerini neden yapıyor? Cevabı basit; tarihi açıdan kültürel derinlik ve zenginliğin alabildiğine serpilmiş olduğu bu topraklarda yaşayan Uygur Türkler'i, vatanlarının Çin'e 'yeni katılmış topraklara' indirgenmesini kabullenmediler de ondan.
Çin ise Doğu Türkistan'ı kaybetmek istemiyor. 1,7 milyon kilometrelik (yani Türkiye'nin iki katından daha büyük) yüzölçümüyle Doğu Türkistan zengin doğal kaynaklara sahip. Türk nüfus da az olduğu için (26 milyon civarında), Çin Komünist Partisi'nin Han Çinliler'in göç etmesine dayalı iskan politikasında önemli yeri var. Öte yandan, Rus ve Amerikan güçlerinin rekabet içinde olduğu Orta Asya'da Doğu Türkistan Çin açısından çok büyük stratejik öneme sahip.
Türkiye'ye bu konuda çok büyük görev düşüyor. Uzun yıllar boyu yürütülen "pasif" dış politikan çerçevemizin Türkiye'yi uluslararası arenada 'kale alınmayan ülkeler sınıfına soktuğunu biliyoruz. Bu yaklaşımlar, Türkiye açısından hayati öneme sahip Kıbrıs davasının dahi Türki cumhuriyetler tarafından bile desteklenmemesi sonucunu doğuruyor.
Son dönemde daha aktifleşen Türk dış politikasının en geriden gelen boyutunun Türki cumhuriyetlerle ilgili olan kısmı olduğunu ve bunun bir an önce ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
Öncelikle, ülkemizde Doğu Türkistan konusunda bir duyarlılık oluşturulması gerekiyor. Merak ediyorum; ülkemizde kaç kişi Türkçe'nin ilk ansiklopedik sözlüğünü yazan Kaşgar'lı Mahmud'un doğduğu kenti ve Doğu Türkistan'ı haritada bulabilir?
İkinci olarak Doğu Türkistan ve orada yaşanan insan hakları ihlalleri konusunda yurtdışında bir duyarlılık oluşturulması gerekiyor. Tibet ile Doğu Türkistan sorunlarının hem ülkemizde hem yurtdışında oluşturduğu farkındalığı bir karşılaştırın. Ya da Dalai Lama ile İsa Yusuf Alptekin isimleri konusundaki farkındalığı. İkinci ismi şu ana kadar hiç duymamış olanlar çoğunluktadır. Lütfen Google yaparak hem Alptekin hem de Doğu Türkistan'ı yakından tanıyın.
Üçüncü olarak; Türkiye'nin son dönemlerde gittikçe yavaşlayan ve zayıflayan Türki cumhuriyetler politikasını özellikle kültürel öğeler etrafından yeniden tasarlamamız ve uygulamamız gerekiyor. Örneğin, Türki cumhuriyetlerden yazarların, şairlerin, sanatçı, düşünür ve bilim adamlarının her yıl değişik organizasyonlar altında İstanbul'da toplanması gerekiyor. Bu toplantılara Rusya'daki Türk orijinli otonom devlet ve topluluklardan Bosna'ya kadar geniş bir alandan katılımcılar da davet edilmeli. Bu tür platformlar ortak vizyonu ve farkındalığı artırmada çok etkin olabilir.
Bunlar yapılırsa belki Türkiye, Kıbrıs gibi hayati davalarında yalnız kalmamayı başarır. Bu tür faaliyetlerde devlet kadar sivil toplum örgütlerine de rol düştüğünün altını çizelim.