Üretken kapasitemiz
Birleşmiş Millet Ticaret ve Kalkınma Konferansı UNCTAD uzunca bir süredir Üretken Kapasite Endeksi (Productive Capacities Index) yayımlıyor. Üretken kapasiteyi üretim faktörleri, bu faktörlerin bağlantı ilişkisi ve girişimcilik kabiliyetinin bir toplamı olarak okuyabiliriz.
Endeks, 194 ülkenin sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme kapasitesini birçok alt başlıkta 42 gösterge kullanarak değerlendiriyor. Alt başlıklar olarak da beşeri sermaye, doğal kaynaklar, enerji, ulaştırma ve lojistik, bilgi ve iletişim teknolojileri, kurumlar, özel sektör ekosistemi ve yapısal dönüşüm refleksi belirlenmiş.
2001 krizi sonrası başlayan reform sürecinde 74. sıradan 46. sıraya kadar ilerleme kaydeden Türkiye, son 10 yılda hızla irtifa kaybederek 54. Sıraya kadar geriliyor. Dahası ve üzücü olanı, ülkemizin üretken kapasitesi son 10 yıldır değişmiyor. Yüksek büyüme dönemlerinin kalkınma göstergelerine istediğimiz gibi etki etmemesi, makro göstergelerdeki volatiliteyi bir de bu endeks yardımıyla değerlendirmemiz gerek.
Peki hangi alanlarda sorun yaşıyoruz? Son 10 sene içinde en fazla gerileme yaşadığımız alan kurumların kalitesi ve özel sektör ekosistemi. Bu iki alanı birbirinden bağımsız düşünmemek gerekiyor. Bu iki değişkende de temel bozulma 2020 sonrasında belirginleşiyor.
Bürokraside yaşanan bir bozulma, kurumlara olan itibarın kaybolması, karar alma süreçlerinde gözlediğimiz keyfilik ve hantallık ister istemez özel sektörün ticari ilişkilerinde ve yatırım kararlarında da olumsuzluklara yol açıyor. Bugün Türkiye’de üretim ve ticaretin serbest piyasa ekonomi koşullarında, adil bir rekabetçiliğin gözetilerek gerçekleştiğini söylemek mümkün değil.
Kurumsal bozulma, uygulanan dezenflasyon programının hedeflediği sonucun uzağında kalmasının da en önemli nedenlerinden biri. Enflasyonda beklentilerin bir türlü iyileşmediğini görüyoruz. Bu iyileşmenin gerçekleşmemesinde başta TCMB ve TÜİK olmak üzere ekonomiye yön veren kurumlarda gördüğümüz itibar kaybının büyük rolü var. Başkanı keyfi kararlarla değişen ve her başkanla yeni bir politika çerçevesi çizen TCMB ile açıkladığı verilere güven duyulmayan bir TÜİK’in beklenti yönetimi konusunda bundan daha iyisini yapması beklenemezdi. İtibar böyle bir şey işte: zor kazanılır, çabuk kaybedilir.
UNCTAD’ın endeksinde bir başka gerilemeyi de bilgi ve iletişim teknolojileri alanında yaşıyoruz. Bunu teknolojiye uyum sağlayamama olarak da okuyabiliriz. Yine bu köşede uzunca bahsetmiştim: gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki verimlilik farklarının yüzde 80’ini teknolojiye uyum sağlayamama ile açıklayabiliyoruz.
Türkiye de bu açıdan önemli ve olumsuz bir örnek. Özellikle küçük ve orta ölçekli şirketler, kısıtlı özkaynakları ile hangi teknolojiye yatırım yapacaklarını kestiremiyorlar. Verimlilik farklarının en yoğun hissedildiği bu şirketler için kamunun mutlaka bir danışmanlık mekanizmasını hayata geçirmesi gerekiyor.
UNCTAD’ın endeksinin işaret ettiği bozulmayı başka kaynaklarda da görmek mümkün. Örneğin, Dünya Bankası’nın yayımladığı yönetişim göstergeleri de benzer bir sonuca işaret ediyor.
Hesap verebilirlik, hükümetin etkinliği, düzenleme kalitesi, hukukun üstünlüğü, yolsuzluk gibi göstergelerde korkunç bir bozulma var. Bu bozulmayı günlük hayatta da hissediyoruz zaten. Düzenleme kalitesi ile ilgili bir anekdotu aktarmak istiyorum. Dünyanın en önemli e-ticaret şirketlerinden birinin yatırım kararı alan yöneticilerinden biri şöyle söylemişti: “Türkiye gibi iç talebi güçlü, demografik profili çekici bir ülkeye tabii ki çok daha fazla yatırım yapmak isteriz ama yılda en az iki kez regülasyonların değiştiği ve dengelerin al üst olduğu bir pazara nasıl güvenebilirim ki?”