Üretim iyi gidiyor ama aşırı bir ısınmadan da bahsedemeyiz
Takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi Ocak ayında yüzde 12.0 gibi oldukça yüksek bir oranda artmıştı. Her ne kadar sanayi üretiminde Aralık ayına oranla yüzde 0.8’lik bir momentum kaybı olsa da, mutlak olarak bakıldığında yüzde 12 oldukça yüksek bir artış oranı.
Keza Şubat ayına ilişkin öncü veriler de genel olarak sanayideki büyümenin devam ettiğini gösterir nitelikte. Örneğin, Ocak’ta 55.7 değerine yükselen Satın Alma Yöneticileri endeksi (PMI) Şubat’ta çok az bir gerilemeyle 55.6 oldu. (Bu endekste 50’nin üzerindeki değerler sanayide büyümeye işaret ediyor.) Bu ay ara malları dışındaki kapasite kullanım oranlarında (KKO) ise hafif bir gerileme söz konusu. Ancak geçen senenin aynı dönemine göre KKO’lar gene de oldukça yüksek seyretmekte.
İhracat rakamlarına altın ticaretini dışlayarak baktığımızda ilk ay yüzde 11, ikinci ay ise 9 civarında bir artış olduğunu görüyoruz. Bulunduğumuz ayın ilk 20 gününde ise günlük ortalama bazda %29 gibi çok hızlı bir ihracat artışı söz konusu. Artmakta olan ihracatın üretime ivme kazandırdığına hiç şüphe yok.
Her şeye rağmen iç talebin de üretim üzerinde güçlü bir etkisi var. Nitekim, takvim etkilerinden arındırılmış sabit fiyatlarla perakende satış hacmi Ocak’ta bir önceki yılın aynı ayına göre %10.7 artmış bulunuyor. Bu satış hacmi artış oranı 2017 Temmuz ve Ağustos’ta görülen (ve bir önceki yılki tatsız olaylardan kaynaklanan) artışları dikkate almazsak, 2011 Ağustos’undan beri görülen aylık bazdaki en yüksek oran. Hanehalkının tüketim talebini yansıtması beklenen “tüketici güven endeksi” ise Mart ayında 72.3 değerinden 71.3’e geriledi. Ancak bu endeksin kur gelişmelerine karşı aşırı hassas olduğu biliniyor. Böyle bakıldığında kurların hızla yükseldiği Mart ayında tüketici güveninde bir miktar gerileme olması gayet normal.
Öte yandan, her ne kadar yukarıda verdiğim rakamlar sanayi üretiminin ve iç talebin canlı kalmaya devam ettiğini gösteriyorsa da, Türkiye ekonomisinin aşırı ısınmakta olduğu şeklindeki bazı yorumlara çok da katılamıyorum doğrusu. Evet, enflasyondaki katılığın artarak devam etmesi ve cari açığın hızlı bir şekilde artıyor olması, aşırı ısınma emareleri olarak görülebilir. Ancak, bu durum büyük ölçüde enerji bağımlılığımız (geçen sene bu aylarda 50’lerde olan petrol fiyatı dün itibariyle 68 dolar) ve Fed faiz artışlarının kurlar üzerinde yarattığı baskıdan kaynaklanıyor.
Ekonomide aşırı ısınma başlıca 3 yolla gerçekleşebilir. Birincisi aşırı bir sıcak para girişi, ki böyle bir konu mevzu bahis bile değil. Aksine nette çıkışlar söz konusu. İkincisi düşük kredi faizleriyle birlikte hızlı bir kredi hacmi genişlemesi. Ancak ihtiyaçta yüzde 20, konutta yüzde 15 ve ticaride yüzde 18’e dayanan kredi faizlerinin düşük olduğu iddia edilemez. Son rakamlar da geçen senenin tamamında yüzde 25 artış gösteren kredilerin yıllıklandırılmış artış oranının yüzde 15 civarına gerilediğini göstermekte. Özellikle, talebe doğrudan ivme vermesi beklenen ihtiyaç kredilerindeki artış oranı daha da düşük. Bir sene içerisinde faizleri 4 puan kadar artmış olan konut kredileri ise neredeyse durma aşamasında. (Özel bankaların son 1 senede konut kredisi portföyleri hiç artmamış vaziyette. Bu durum inşaat sektörünün geleceği açısından önemli bir risk unsuru.)
Isınmayı tetikleyecek diğer bir unsur da kamu harcamalarında aşırı bir artışa gidilmesi olurdu. Ancak, ilk 2 ay sonunda henüz böyle bir eğilimden söz etmek zor. Bu sene özellikle askeri harcamalar bütçe disiplininde bir miktar bozulmaya sebep olabilir, ancak reel büyümenin devam ediyor olması ve vergi gelirlerinin kurlardan beslenen yapısı, bütçede ekonomik dengeleri bozacak derecede bir bozulmaya şimdilik izin vermiyor.