Üniversite-sanayi işbirliği üzerine

Tamer MÜFTÜOĞLU
Tamer MÜFTÜOĞLU KOBİ'LERDEN GİRİŞİMCİLİĞE

KOSGEB’de başkanlık görevinde bulunduğum 1993-1995 döneminde, hatırlayabildiğim kadarıyla 1994 yılının Ekim ayında, İsviçre’de bir toplantıya katılmıştım. Toplantı konusu “Üniversite Sanayi İşbirliği ve KOBİ’ler” olarak belirlenmişti. Bir Avusturyalı bilim adamı tepegöze koyup perdeye aksettirdiği bir karikatürle başladı konuşmasına. 
Karikatürde klasik patron pozunda bir işadamı çalışma masasında purosunu tüttürerek telefonla görüşüyordu. Patronun göbekli kelli felli görünüşü, yeleğinin cebinden sarkan pahalı saatinin zinciri ve çalışma masasının ihtişamı hemen dikkat çekiyordu. Ayrıca patronun telefon görüşmesini, ayaklarını çalışma masasının üzerine uzatarak yapması da herhalde Avrupalı iş dünyasının Amerikalılara olan özentisini vurgulamak içindi. Karikatüre biraz daha dikkatlice bakıldığında masanın ayaklarından birinin kırık olduğu fark ediliyordu. Bu kırık ayağın altına kalın bir kitap konularak masanın dengesi sağlanmıştı. Bu sayede patron ayaklarını masanın üzerine uzatarak ve koltuğunun arkasına yaslanarak telefon görüşmesini rahat bir şekilde sürdürüyordu. 

Ama karikatürde asıl ilginç olan, patronun telefondaki muhatabına söyledikleriydi. Konuşma balonundaki sözler şöyleydi: “Sayın hocam, yazmış olduğunuz kitap günlük çalışmalarımda vazgeçemediğim, onsuz yapamadığım bir eser. Size kitabınız için ne kadar teşekkür etsem azdır.” 
Üniversite sanayi işbirliğinin kopukluğu, üniversite ve iş dünyasının birbirlerinden ne kadar uzak olduğu bu karikatürden daha anlamlı, vurucu ve etkileyici bir biçimde ortaya konamazdı o günlerde. Doğrusu bu tablo beni ülkemizdeki üniversite sanayi işbirliğine ilişkin umutlandırdı. Eğer gelişmiş bir Avrupa ülkesinden bir akademisyenin ülkesi için yaptığı değerlendirme bu durumda ise, ülkemiz için çok geç kalmış sayılmazdık. Esasen KOSGEB olarak Türkiye’de de, kısa adı TEKMER olan Teknoloji Geliştirme Merkezleriyle, birkaç üniversitemizde üniversite KOBİ işbirliği konusunda mütevazı bir adım atılmıştı. Türkiye’de üniversite sanayi işbirliği konusunun ciddi bir şekilde ele alınıp konuşulmasına 1990’lı yıllarda başlandı. Dünyada bilişim rüzgarlarının esmeye başladığı bu dönemde, bu rüzgarın ortaya çıkardığı yeni büyüme ve kalkınma imkanları konuya olan ilgiyi tüm dünyada arttırdı. Ülkemiz ise 1990’lı yıllarda yaşadığı, bazen hiperenfl asyon seviyelerine kadar yükselen, yüksek enfl asyon oranları, kısır iç siyasi çekişmeler, istikrardan uzak bir içe kapanma sürecinde o dönemin ivmesini yeterince değerlendiremedi. Ama yine de, özellikle İTÜ ve bu üniversitemizden mezun iş adamlarının katkısıyla, o dönemde de ülkemizde konuya ilişkin toplantılar düzenlendi. Konuya ilişkin tebliğler sunuldu ve çözüm yollarına ilişkin arayışlara girişildi. Aradan iki on yıl geçtikten sonra, bugün, ülkemizde de üniversite sanayi işbirliği konusunda epeyce yol alındı. Bu işbirliğinin daha da etkin hale getirilmesini sağlamak üzere geçmiş tecrübelerimizi ve dünya uygulamalarını değerlendirmemiz gerekiyor. 

2014 yılı itibariyle 179 üniversitemizde 16 bin civarında profesör, 9 bin civarında doçent ve 23 bine yakın yardımcı doçent ve 40 bini aşkın araştırma görevlisi görev yapıyor. Öğretim görevlileri, okutmanlar ve uzmanlarla birlikte üniversitelerimizdeki görevli sayısı 115 bini buluyor. Bazı üniversitelerimizde çok önemli bilimsel çalışmalar yapılıyor. Yüksek inovasyon potansiyeline sahip araştırmacılarımız var. Ama bu potansiyeli kuvveden fiile çıkaramıyoruz. Dünyanın önemli işletme okullarından INSEAD’ın hazırladığı son Küresel İnovasyon Endeksi’nde Türkiye, 142 ülke arasında, maalesef 68. sırada. 

Üniversite sanayi işbirliğine yönelik araştırma faaliyetlerinde uygulanabilirlik ve inovasyon niteliği muhakkak ki çok önemli. Bilimsel nitelikten ziyade uygulanabilirlik ve inovasyon potansiyeli ön plana çıkıyor bu işbirliğinde. Nicelikten ziyade nitelik önemli. “1980 yılında on bin çalışan nüfusa düşen bilimsel teknoloji ve araştırmacı sayısı Sovyetler’de 85 iken, Amerika’da 65, Almanya’da 53’tü. Buna rağmen Sovyetler çöktü. Çünkü Sovyetler’de üniversite ve enstitülerdeki araştırmaları sanayiye akıtacak piyasa yoktu.” (YÖK Raporu’na yollama yapılarak yapılan Taha Akyol yazısı. Hürriyet 27/12/2012.) Dolayısıyla bir üniversite sanayi işbirliği de yoktu. 

Üniversite sanayi işbirliğinde üniversitelerin mutlaka dışarı ve özellikle de piyasalara açılması, piyasası olan çalışmalar yapması gerekiyor. Aksi takdirde ilişkiler soğuyor. Sanayinin, daha genel ifadeleriyle uygulamanın üniversiteye ilgisi azalıyor. Özellikle somut hedefl ere yönelik işbirliği başarı şansını büyük ölçüde arttırır. 
Üniversite sanayi işbirliğinde başarı şansının artırılmasına ilişkin olarak çok önemli bulduğumuz bir görüş de rahmetli Üzeyir Garih’e ait. Rahmetli Garih’le bir sohbetimizde konu üniversite-sanayi işbirliğine gelmişti. Ben bu konudaki başarısızlığımızı vurgulamıştım. Rahmetli Garih kendilerinin sorunu çözdüklerini ve çok da memnun olduklarını söyledi ve ekledi: “Biz” demişti rahmetli Garih, “üniversitelerle değil hocalarla ilişki kuruyor, yararlanabileceğimiz bilim adamlarıyla birlikte çalışıyoruz.” Hakikaten Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğini kurumsal bazda başarılı olarak çalıştırmak imkansız olmasa da, kolay değil. Biz bireysel ilişkilerde başarıyı daha kolay yakalıyoruz. Ayrıca bu konuda, belirli projelerde bizzat çalışan öğretim üyelerinin yeterince nemalandırılmaması; elde edilen gelirin önemli kısmının üniversite döner sermayesine aktarılması da çok olumsuz bir etki yapıyor üniversite sanayi işbirliğine. Bu konuda, profesörlerle doçentler yardımcı doçentler ve araştırma görevlileri arasındaki hiyerarşik ilişkilerin kırılması, genç öğretim üyelerinin özgür bir ortama kavuşturulması da büyük önem taşıyor. 

Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Fikri Işık’ın İSO İnovasyon Ödülleri Töreni’nde yaptığı konuşmada işaret ettiği bir konu da yine üniversite sanayi ilişkileri konusundaki bir başka sorunu ortaya koyuyor. Sayın Bakan’ın gazetelere yansıyan ifadesi şöyle: “Bakanlık olarak sorumluluğumuzda olan TÜBİTAK, KOSGEB ve Bakanlığımızın, büyük bir kısmı hibe olmak üzere, doğrudan verdiği destek rakamı bu yıl 1 milyar 576 milyon lira olacak. Korkuyorum ki, harcayamayacağız tamamını bunun. İstiyorum ki paramız yetmesin ve biz kaynak alalım bütçeden.” (Hürriyet, 1 Mart 2014.) 

Son olarak, TBV’nin (Türkiye Bilişim Vakfı’nın) başkanlığını da yapmış olan Sayın Faruk Eczacıbaşı’nın bir dileğiyle tamamlayalım yazımızı: “Bir gün belki tıpkı BMW’nin ABD’de Clemson Üniversitesi’ne 10 milyon dolar Ar-Ge parası vermesindeki gibi büyük şirketlerimiz de bir Türk üniversitesine Ar-Ge için fon vermeyi düşünür.” (Dünya Gazetesi, 23 Mayıs 2011.) Ümit edelim ki o Türk şirketi de Eczacıbaşı ailesinin adını taşıyan bir firma olsun.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir deneme 09 Kasım 2018
Geleceğin tarihini yazmak 01 Aralık 2017
Bayramlaşma köprüsü 23 Haziran 2017