Üniversite hastaneleri artık devre dışında, özel hastanelere özellikle d
Sevgili Sağlık Bakanım üniversite hastanelerini "Tam Gün baskısı" altına almaya çalışırken, bu durum özellikle özel sağlık kuruluşlarına yarıyor. Bu hafta size binlercesi arasından birkaç örnekle durumu anlatmaya çalışacağım. Arkadaşımın 80 yaşındaki annesi sonradan olma vakıf hastanelerinden birine gidiyor. Şikayeti idrar yaparken yanma. İdrar kültürü ve antibiyogram (antibiyotik hassasiyet testi) sonrasında arkadaşım beni arıyor, doktor annesinin tanesi 120 TL olan iğnelerden vurulması gerektiğini söylemiş, tedavinin maliyeti yaklaşık 2000 TL. Bu ilaç sadece yatan hastalara uygulanan son kuşak özel bir antibiyotik, "peki bana antibiyogram sonucunu oku" diyorum, o antibiyotik zaten o testte olmadığı gibi, mikrobun esas hassas olduğu ilaç aslında kutusu beş altı liralık bir idrar antiseptiği. Yani sorunun çözümü basit, ama özel vakıf hastanesi doktorunun önerdiği çözüm olasılıkla "doktor-eczane" ortaklığının hazin bir örneği.
Bir başka dostumuz arıyor, bir arkadaşı kontrol amacıyla yine bir özel vakıf hastanesine başvuruyor, Türkiye'deki en iyi bilinen özel hastane zincirlerinden biri. Kontrol amacıyla giden, aslında hasta bile olmayan bu kişinin lökositi (kan beyaz küre değeri) biraz düşük çıkıyor, "aman" diye "gaz verip" başlıyorlar araştırmaya. Bu "zorlama hasta adayının" sıra dışı tek durumu, özel sigortası olması. Sonunda kan tetkikleri tekrarlanıyor, neden yapıldığı bilinmez genetik analizler isteniyor, kemik iliği örneklemesine kadar her şey yapılıyor. Sonuç sıfıra sıfır, elde var sıfır, zaten olmayan bir sorun elbette saptanamıyor. Ancak özel sigorta "sonuna kadar emilince", poliçe iptal ediyor.
Bir başka tanıdığımızın yakınında tiroid nodülü saptanıyor. Biyopsi de yapılıyor, bir şey yok. Yine aynı hikaye, özel hastanede, diyorlar ki, "aman bu kansere dönüşebilir". Oysa bütün radyologlar bilir, bu çapta nodül çoğumuzun tiroidinde zaten var, olsa olsa yılda bir ultrasonla takip edilir. Aklına giriyorlar, yine bir özel hastanede "ahbap usulü beş bin liraya" tiroidini alıyorlar. Sonuçta kanser manser yok, ancak hasta bile olmayan bu kişi artık hayat boyu ilaca bağımlı. Nerede oluyor bütün bunlar, elbette özel hastanede!
Bakanlığın elinde daha çok "tıp diplomatları", özel hastanelerde ise "satış ve halkla ilişkiler temsilcileri" var!
Herkes farkında, yirmi yıl önceki mesleğine hakim, iş bilen doktorlar artık yok, artık tıbbi açıdan yetersiz, ama "işini bilen" doktorlar var. Bunlar özellikle özel hastanelerde ve özel vakıf hastanelerindeler. Çünkü sağlıktan para kazanmak üzerine kurulu bir sistem özellikle işini bilen doktorları arıyor. Bunların çoğu "prezentabıl", satışı güçlü, ağzı iyi laf yapan kimseler, kıyafeti düzgün, cilalı kuşe kağıttan çehreler. "Sizde şu da olabilir, bunu da yaptırsak iyi olur" diye başlıyorlar lafa. Devlet neyi geri ödeme kapsamına alırsa onunla ilgili tetkikler kurduruyor, mesela son zamanda herkese genetik analiz adı altında kromozom tiplemesi yapılmaya başlandı. Oysa bu tetkikin verebileceği tek şey bireyin genetik olarak kadın ya da erkek olduğu, kromozomda kırık olduğunu görseler ne olacak ki? Yapılan onlarca tetkik, harcanan milyarlarca lira, arta kalan sağlığınızı kurtarabilirseniz şanslısınız.
Hal böyleyken Sevgili Sağlık Bakanım, sorumlusu olduğu sağlık alanının son kalesi üniversite hastanelerini de zora sokuyor. Çakma aile hekimliği sistemi, beş yıldızlı otel lüksünde devlet hastanesi sorunları çözmüyor. Bakanlığın elinde doktor değil, "tıp diplomatları" var, durumu çok iyi tartışıyor, ama sonunda hastayı mecburen üniversiteye yolluyor. Özel hastaneler ise daha çok doktor taklidi yapan satış ve halkla ilişkiler temsilcileriyle bezenmiş. Bir Şubat'tan itibaren siz sevgili vatandaşlarımız artık bu sisteme emanetsiniz, durumu iyi bilin, sonra "neden uyarmadın" demeyin.
Türkşeker'in açıklaması: Aynen yayınlıyoruz ve hassasiyetlerinden ötürü teşekkür ediyoruz
Nişasta bazlı şekerin (mısır şurubu) ekonomik arka planını değerlendiren geçen haftaki yazımız üzerine Türkşeker Genel Müdür Yardımcısı Hasan Alkan'dan açıklama geldi. Tabloları yazıya dönüştürerek aynen yayınlıyoruz:
"Geçen haftaki yazınızın üçüncü bölümünde Türkşeker'in anormal kar ettiği, ülkemizde dünya fiyatlarının 4-5 katından fazla fiyata şeker satıldığı hususlarına yer verilmiştir. Gerçeği yansıtmayan bu hususlarla ilgili olarak aşağıdaki açıklamaların yapılması gerekli görülmüştür. Ülkemizde 25'i kamu (Türkşeker), 8'i özel şirketlere ait olmak üzere 33 adet pancardan şeker üreten fabrika bulunmakta olup, Türkşeker bünyesindeki 25 fabrikanın sekiz tanesi doğu bölgelerimizde bulunmaktadır. Bu fabrikalar kar amacından uzak, bölgede tarımın gelişmesine, işsizliğin ve göçün önlenmesine yönelik olarak sosyo-ekonomik amaçlarla kurulmuştur. Bu nedenle Türkşeker bünyesinde yer alan fabrikaların üretmiş olduğu şekerin maliyeti özel sektör tarafından işletilen fabrikalara göre yüksek olmakta, iddia edildiği gibi anormal kar söz konusu olmadığı gibi faaliyetlerini başa baş veya cüz'i zararla kapatmaktadır. Türkşeker'in son üç yıllık şeker satış fiyatı ile maliyet fiyatı ve kar/zarar durumu 2007 3.1, 2008 3.1 ve 2009 -8.8 milyon TL'dir.
Dünyada şeker ticareti borsa fiyatları üzerinden yapılmakta, ancak bu fiyatların özellikle pancardan şeker üreten ülkelerde iç piyasada satılan şeker fiyatının belirlenmesinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. 2010 yılı Aralık ayında Londra Beyaz Şeker Borsası'nda oluşan FOB Avrupa limanları teslimi 1 ton şekerin aylık ortalama fiyatı 770,62 dolar/ton olmasına karşın; bu şekerin 31/12/2010 tarihli değerlere göre perakende satış fiyatı Türkiye 1.42, Fransa 2.12, Almanya 1.44, Hollanda 1.44, İtalya 1.68-2.13 ve ABD 1,20 dolar/kg'dır".