Umut kırıntıları...

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Adalar bir kez daha kayboldu. Sis, onları nasıl da sıkıca örtmüş. Her vesilede balkona çıkıyorum son günlerde. Bozcaada'dan getirdiğim asmanın yapraklarına bakıyorum. Nasıl direniyorlar, yeşil kalmanın tadını son âna dek çıkarmaya nasıl uğraşıyorlar. Hâlâ yalnızca kenarları sararmış olanları var, kızıllaşmamış, bütün fırtınalara rağmen, sessiz bir biçimde direnen. Bu güneşli, sisli Kasım gününü de görebildiler işte.

Onları örnek almalıyım diye düşünüyorum günlerdir. Sararsalar da, kızarsalar da, büzülseler de – tıpkı benim hayatım gibi – direniyorlar işte. Hâlâ son güneşleri yakalamaya çalışıyorlar... Mehmet Rauf'un Eylûl'ünün fazla mı etkisinde kalmışım ne?!

Biraz önce yeniden balkona çıktım, evet dünden bu yana fazla bir yaşlanma yok, zamanı yavaşlatmayı başarmışlar yapraklar. Bu solgun Kasım gününün sisten sızabilen güneş ışıklarının altında mutlu, öylece bekliyorlar...

Benim farkım ne, artı bir de ummak... Tıpkı Oğlak Yayınları'ndan çıkan kitabımın adı gibi: Beklemek ve ummak.

Böyle günlerde okurlardan gelen mektuplar, e-postalar, telefonlar hayatın üzerindeki sisi, pusu kaldırıveriyorlar bir süreliğine de olsa... Onlardan birisine bu köşede yer vermek istiyorum bugün. Geçtiğimiz hafta yazdığım "Bir Muş rüyası"nı bakın nasıl yorumluyor Cevat Karahasanoğlu. Şimdi söz, onun:

"Sayın Faruk Şüyün,

‘Bir Muş rüyası' makalenizi okudum. Çok duygulandım, bu anlattıklarınızı hissederek yaşamak için doğayı, tarihi ve toplumun sosyolojik yapısını ilgi ile özümsemek gerekir.

Ben, Muş doğumluyum. 1970 yılında üniversite için İstanbul'a geldim ve sosyoekonomik gereklilik sonucu gündüz çalışarak gece okuyarak okulu bitirdim. Ve tabii ki halen İstanbul'da yaşıyorum. Şu an sanayi ve ticaretle uğraşıyorum.

Asıl konu doğup büyüdüğünüz (18 yıl) topraktan koptuğunuzu düşünüyorsunuz fakat ne serden ne yardan geçebiliyorsunuz. Aynı yıl okumaya gelen arkadaşlarla (6 arkadaş) son 15 yıldır kesintisiz her Mayıs'ın 10'u ile 20'si arasındaki  bir dilimde Muş'a gidiyoruz. Neden Mayıs? Doğanın en genç zamanı ve yılın geri kalan kısmında aynı göz hafızası için en uygun dönem oluyor.

Biz ovanın uçsuz bucaksız mekânından çok karlı dağı tercih ediyoruz. Orada platoda Arakvan Manastırı'nın henüz tamamen yok olmayan çan kulesi ve ana apsisini, Arap mezarlarını, şehre kızıl ziyaret tepesinden bakan Muşeğ Kalesi'nin yıkıntılı burcunu, Surp Garabet Kilisesi'nin dehlizlerini, Urartu kalesinin yarasa yuvası mağarasını, Suspet Kanyonu'nda Ihlara türü mağara yerleşimini ve kent toplantı mekânını, dağda yerinde jağ, güllük, göbelek (büyük mantar), dırşo (kuzu kulağı), annık, kekik, karın altıdan yüzünü gösteren sarı, mor, kardelenler, laleler ve kabukları zamanın erozyonu ile yıpranmış aheste gezen kaplumbağaları izlemek, kente en tepeden bakmak ve bunların tümünü fotoğraflamak vazgeçilemek zevklerimiz.

Mutlaka anlattıklarımın bana verdiği heyecanı başkaları benim gibi hissetmiyor ama olsun.

Eğer bir gün tekrar Muş'a gitmek isterseniz ve benden sormak istedikleriniz olursa bundan zevk alırım.

Her şey insanların barışı ve iyiliği için olsun."

Siz mektubu okurken, ben yeniden balkona çıktım, adalar hâlâ görünmüyorlar. Sis, hiç kalkmayacakmış gibi. Büyük bir sessizlik hâkim Selamiçeşme'ye... Arada karga sesleri de olmasa, "ölüm" bu mu diyeceğim?!

Ama neyse ki asma yaprakları hâlâ yaşıyorlar... Mektuplar, telefonlar, e-postalar hâlâ geliyorlar. Arada sırada güzel şeyler oluyor.

Mayıs ayında Muş'a gidebilmeyi ummak bile çok harika bir duygu değil mi?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar