Umut kapıları Fed ve Çin
Fed’in gelecek hafta yapacağı kritik toplantı öncesinde, piyasalardaki endişeli bekleyiş sürüyor. Dünyanın en güçlü merkez bankasının muğlak bir iletişim politikasının olması tuhaf bir durumdur. 16 Eylül’deki toplantıya kadar Fed’in mühim üyelerinin konuşmaları da olmadığı için, yatırımcıların sinyal alma açısından işleri zor gözüküyor. Faiz artırımı beklemediğimi uzun süredir yazılarımda belirtiyorum. Zaten böyle bir piyasa ortamında artışın yapılması anlamsızdır. Bazı ekonomistler, ‘‘Faiz önce bir artırılsın, sonra gerekirse indirilir’’ diyor. Fed, gelecek toplantılarda faizi 50 baz puan artırsa ne olur, artırmasa ne olur? Kriz döneminde yüzlerce baz puanlık indirim yapıldığı halde belirgin bir etki görülmedi. Buna göre; 50 baz puanlık artırımdan sonra, ihtiyaç durumunda elli baz puan üzerinden indirim yapmanın ekonomiye ne faydası olur?
Fed’in küresel piyasalardaki gerginliği görmezden gelme lüksü olamaz. Kurum, ‘‘Önceliğim ABD ekonomisidir. Dışarısı beni ilgilendirmez’’ diyebilir. Ancak Amerikan ekonomisinde müthiş bir performans da yok. Enflasyon, hedefin çok altında bulunuyor. Ücretler gibi önemli bir göstergedeki istikrarsız seyir sürüyor. Faiz artışına giderek doları daha da güçlendirmek mantıksızdır. Doların yükselişine devam etmesi, emtia fiyatları üzerindeki baskıyı artırır. Emtia fiyatlarındaki zayıflık, global ekonomi üzerinde ‘‘dezenflasyon baskısı’’ yaratıyor. Yanı sıra, emtia üreticisi gelişen ülkelerin büyüme hızları düşüyor. Dünya ekonomisindeki büyüme sekteye uğrarsa, ABD’deki çok uluslu şirketlerin kazançları darbe alır. Elli baz puanlık bir faiz artışının ABD ekonomisine bir etkisi olmaz. Fakat artış, dolara yönelik olumlu algıyı pekiştirir. Dolaylı olarak ABD ekonomisi karışabilir.
Küresel piyasalar açısından, Çin ekonomisinin durumu da önemlidir. Çin ekonomisinin sağlığı, emtia üreticisi ülkeler açısından kritiktir. Çin Merkez Bankası, ekonomiyi destekleme adına yılbaşından beri agresif para politikası uyguluyor. Bu politikanın işe yarayıp yaramadığı tartışılır. Ben kriz ortamlarında maliye politikasının daha iyi sonuçlar vereceğini düşünüyorum. ABD ekonomisinin 2009 yılındaki dipten yükselişini, sıfır faiz politikasından ziyade, yüksek bütçe açığı destekledi. AB, vergi indirimleri ve altyapı harcamalarının artırılması gibi genişletici maliye politikalarını hiç düşünmediği için yıllardır sürünüyor. Türkiye, ‘‘Mali disiplin bozulur’’ kaygısıyla, yıllardır maliye politikasını etkin biçimde kullanmıyor. Tabii bizde yük doğal olarak para politikasına biniyor. Orada da manevra alanı yok. Çin son haftalarda, altyapı projelerine finansman sağlayan kurumlara 100 milyar dolar kaynak sağladı. Bu kadar agresif bir başlangıç, genişletici maliye politikasının devam edeceğinin sinyali olabilir. Çin ekonomisi ve piyasaları, yılsonuna kadar stabilize olabilir. En azından, beklentilerdeki kötüleşme durabilir.
Fed ve Çin gibi dış faktörler, Türkiye gibi dış finansman ihtiyacı yüksek olan ülkeler üzerinde etkili oluyor. Yabancı para birimlerinin Türk Lirası karşısındaki yükselişleri durumu özetliyor. Her gelişen ülkenin kendine özgü sorunları var. İç güvenlik ve siyasi riskler bizde öne çıkıyor. Ekonomik aktivite zayıflıyor. Hala bir umutla, ‘‘Dış belirsizlikler biraz azalsın ki, hamle imkanımız olsun’’ diyorum. Ülke olarak zor bir dönemden geçiyoruz. Yaşadığımız sıkıntılar, henüz bir ‘‘ekonomik kriz’’ haline dönüşmedi. Fed faiz artırımını ertelerse, genişletici maliye politikasının pozitif etkisiyle Çin ekonomisi toparlanırsa, kendimize biraz geliriz.