Umudumuz kuşak değişiminde

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ [email protected]

Neden bir türlü potansiyelimizi gerçekleştiremediğimizi ya da malzemeler hazır olduğu halde helvayı yapamadığımızı en azından bir kısmımız merak edip duruyor ya, ben de epeydir onun üzerine kafa yormaya çalışıyorum. Bulduğum cevaplar büyük ölçüde toplumsal zihin kodları, yaşam algısı ve kültürü, yeterince dünyalı ve rekabete hazır olmamak etrafında yoğunlaşıyor. Seçtiğimiz yöneticiler de, arada bir niyetlenseler bile, bu hakim eğilimleri aşıp yeni ve sıçramayı sağlayabilecek bir yol haritasına önderlik edecek bir vizyon ve cesaret gösteremiyorlar. Belki de bunun siyasal riskini, getirisinden fazla buldukları için almak istemiyorlar diye de düşünebiliriz. Gerçekten de zaman zaman kâğıt üstünde alışılmışın dışında ve oldukça çarpıcı programlar yapıldığı, inisiyatifler başlatıldığını gördüğümüz oluyor; ama bunların kısa zamanda tavsadığına ya da sulandırıldığına, sonunda da eski hale dönüldüğüne tanıklık ediyoruz. Sanki toplumun ve özellikle örgütlü kesimlerin kimyası ve beklentileri, uyum gösteremeyip tepki veriyor, yönetim de herhalde “demek zamanı gelmedi” düşüncesiyle direnmeyip eski, alışılmış fakat verimsizliği kronikleşen darboğazlarla kanıtlanmış mevcut paradigmalara hızlı bir dönüş yapıyorlar. Oysa bu cesareti ve direnci göstermedikçe o zaman hiç gelmeyecek. Ben kendi hesabıma, bu kısır döngüden kurtuluş için hem toplumun başta reel kesim olmak üzere dinamik ve öncü kesimlerinde, hem de kamu yönetiminde bir kuşak değişimini beklememiz gerektiğine inanmaya başladım.

Tavsayan ya da vazgeçilen reformlar
Bunun neden böyle olduğunu görmek için uzaklara gitmeye gerek yok, sadece son birkaç yılda büyük hazırlıklarla gündeme getirilen orta vadeli programlara, sanayi, bilgi toplumu ve teknoloji stratejilerine, Ar-Ge politikalarına, özellikle de öncelikli sektörler ve yüksek katma değer odaklı teşvik rejimlerine bakmak yeterli. Hepsinde bir arpa boyu yolu bile zor alıyoruz. Hele teşvikler konusunda belirlenen önceliklere çok az bir rağbet gösterilince keskin bir dönüş yaşıyor, verimlilik ve rekabetçilik gibi kriterlere boş verip kendi hatalarıyla zor duruma düşüp düşmediğine bakmaksızın her işletmeye çok sevdiğimiz deyimle “cansuyu” yardımı sağlamaya odaklanan tuhaf sübvansiyon düzenine geri dönüyoruz. Bu da bir başka yumurta tavuk hikayesini besleyip büyütüyor. Gözü sürekli devletten gelecek yardımlarda olan, hatta bir bölümünün ayakta kalması bile buna bağlı bulunan bir reel kesim yapılanması yoğunlaşıyor. Bu durumdaki özel kesimden de mevcut yapısını dönüştürecek, üstüne de topluma öncülük edip kamu yönetimini yönlendirecek bir dinamizm beklemek imkansız duaya amin demek.

Fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuz sıçrama için zorunlu olan diğer bazı alanlarda ise kağıt üstünde dahi bir taslağı oluşturup gündeme getirmekte güçlük çekiyoruz. 7 Haziran seçimleri öncesinde Başbakan Yardımcısı Babacan'ın ifade ettiği gibi, eğitim ve yargı alanında çok uzun süredir farkında olduğumuz reform ihtiyacını karşılayacak bir inisiyatifi sürekli ertelemeyi tercih ediyoruz. Aynı tercih, açıkça ifade edilmese de, vergi rejimi konusunda da öteden beri söz konusu.

On yıldır tartışılmış ve hazırlıkları tamamlanmış, başlangıç yıllarında benim de şahsen katkı verdiğim, başta kentsel rantlar ve basit usul olmak üzere vergi dışı bırakılmış alanları kapsayacak, bağımsız ve etkin vergi idaresiyle verimliliği arttırılmış bir vergi düzeni kurma konusunda, üstelik arada bir Maliye Bakanı aynı doğrultuda demeçler vermesine rağmen, bir türlü adım atamıyoruz. Bunun maliyetini de mal ve hizmet maliyetlerinde gizlenmiş dolaylı vergilerle ve belli bir düzeyin altına indirilemeyen enflasyonla bütün tüketiciler ve toplum ödüyor. Kapsam içinde ve kayıt altında olan kesime daha fazla yüklenmek de, operasyonel katma değer artmadığı için mümkün değil.

Oynak zeminde çiftetelli
Üstelik üzerinde durduğumuz zemin de statik değil, oynak ve hareketli. Hem ülkelerin birbirine bağımlılıkları artıyor, hem de de birbirleriyle rekabetleri. Dahası, eskiden teknolojide ve iş yapış tarzında elli yılda, yüzyılda bir görülen değişiklikler şimdi artık dört beş yılda bir ortaya çıkıyor. Yani sıçramadan kasdettiğimiz gecikmiş reformlar, artık mevcut konumumuzu yitirmemek için de gerekli; üstüne bir de güncel değişime ayak uydurma ihtiyacı var. Bizimse çoğu yaptıklarımıza ve söylemlerimize bakınca dünyaya ayak uydurma değil, dünyayı bize uydurma derdinde olduğumuz zehabına kapılıyorsunuz. Hele son bir yıldır artık kağıt üstünde kalmış iddiaları da özleten ve iç karartan hırgür konjonktürü, zaten çok istekli olmadığımız bu atılım çabasını yine belirsiz bir geleceğe erteleme bahanesi olma sinyalleri veriyor. Oysa sözgelişi bir yandan bizden çok daha ileride olan Fransa ,rehavete kapılmayıp ABD ile arasındaki yaratıcılık, yenilikçilik ve girişimcilik açığını kapatmak için hem de özel sektör kaynaklarıyla dev kuluçka merkezleri oluşturur, çokça karikatürize edilen gururlu ve snob tavırlarından uzak bir konukseverlikle dünyanın her tarafından yetenekleri çekmeye uğraşırken, bizden geride olan Mısır, sınırlı kaynaklarını en stratejik avantajı olan Süveyş Kanalı'nı genişletmeye önceliklendirerek dünya ticaretinden alacağı payı ciddi biçimde arttırıyor. Kopup giden Uzakdoğu bir yana, Kazakistan gibi yeni, İran gibi eski devletler antenlerini yeni dünyanın frekanslarına ayarlıyor, çok acıdığımız Yunanistan maliyetini ödemediği refahın bir bölümünü feda ederek yine de bizim iki kat üzerimizde  bir yörüngeye oturmaya çalışıyor; biz ise düşkünü olduğumuz arabesk müzik benzeri bir “bizi sevmeyen ölsün” saplantısında gayrimenkul ve altın biriktirerek zamanı ve potansiyeli ıskalamaya devam ediyoruz.

Baksanıza son zamanlarda literatüre yaptığımız en önemli katkı, ödemeler dengesindeki net hata noksan kalemine getirdiğimiz özgün “hayali ithalat” açıklaması. Başkaları bilim adamı ve araştırmacı çekmeye çalışırken bizim cari açığı böylece kapattığını savunan ithal tüccarlarımız var. Onca çabaya rağmen işte OECD yine açıkladı, arge performansında en diplerdeyiz. Üstelik dönüşümün temel anahtarı olan eğitim reformunu öne almak şöyle dursun, eğitimi değersizleştirecek bir rant ve tüketim ekonomisinden geri durmaya hiç niyetimiz yok. Hal böyle iken en saygın iktisatçılarımızdan “euro'ya geçme” gibi akla ziyan mucize öneriler geliyor. Siz söyleyin, umudumuz bize benzemeyen, bizim gibi düşünüp davranmayan yeni bir kuşağın gelmesinde derken haksız mıyım?
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019