Ümit fakirin ekmeği
İki hafta öncesinde yapılan genel seçimleri, bir buçuk yıldır içinde bulunduğumuz siyaset öncelikli gündemi sonlandırması dışında istikrarı bozan belirsizlikleri ortadan kaldırması ve ekonomideki aktörlerin (en önemlisi de yatırımcıların) karar süreçlerini hızlandırması yönünden de iple çekiyordu herkes. Aslında bazı beklentileri karşılıksız bırakmadı da sayılır; sözgelişi katılım oranının yüksekliği halkın demokrasinin anlamını kavradığına bir kez daha işaret ederken, seçim propagandasını nedense reform ve dönüşüm vurgusundan çok başkanlık sistemi gibi ne kadar ilgi toplayacağı tartışmalı bir yöntem sorununa yoğunlaştıran iktidar partisinin oylarını düşürmesi ve hatta tek başına iktidar imkanı dahi vermemesi, siyasi istikrar açısından hassas bir denge yaratsa da, siyaset sürecini yeni bir yapılanmanın gerektireceği zaman alacak çalkantı ve tartışmalardan da kurtarmış oldu. Ne var ki siyaset erbabımızın bu sonuçların dayattığı uzlaşmayı ne ölçüde gerçekleştirebileceği yeni büyük soru işaretimiz. Bu başarılamazsa korkarım halkın temsilcilerinin halkın gerisinde kalması gibi yeni bir derdimiz de olacak.
Biri beklenen, diğeri sürpriz iki sonuç
Sonuçlar üzerinde beklendiği gibi pek çok ve genellikle kulis dedikodusu ağırlıklı yorum ve haberler medyayı kaplamış durumda. Seçimin kutuplaştırma ve suçlama odaklı sert kampanyalarla geçmiş olması, tartışma programlarını da televizyon dizisi tadında merakla izlenen senaryo yarışmalarına dönüştürüyor. Ama doğrusunu isterseniz benim ilgimi çok çekmiyorlar, çünkü merak ettiğim esas soruyu cevaplamaya değil hükümet koltuklarının kimler tarafından doldurulacağını tahmin etmeye çalışıyorlar. Yine de haksızlık etmeyelim, medyanın daha özgür bir ortamın ve ağırlıklarının artacağı bir koalisyon ikliminin tadını çıkarması doğal; kaldı ki geçmişe oranla daha serinkanlı ve çoğulcu bir tarza doğru evrildiğinin söylenmesi de mümkün.
Benim için ise seçimin iki kritik sonucu var: Birincisi öngördüğüm bir şey, yani partilerin hiç birinin temel gündeme, yani kapsamlı dönüşüm sürecini sahiplenme ve ona önderlik etme kapasitesi gösterip göstermeyeceği belirsiz, çünkü kampanyalarda konuşulan bu değildi. İkincisi ise sürpriz, yani sonuçlar kalıcı bir tek parti ya da koalisyon seçeneği ortaya çıkarmadı. Dolayısıyla beş ay ile iki yıl arasında bir süre sonra bir erken seçim görünüyor ufukta. Bu da dönüşümün içeriği, yani reform süreci ve mutfak temizliği yönünden ümitlerin bir kez daha ertelenmesi demek.
Siyasetçilerden yüksek beklentiler ve bir öneri
Tabii siyasetçilerden beklentimizin bu kadar yüksek olması başlı başına bir sorun. Dönüşümün asıl sahibi toplumun kendisi olsa da, yeterli kurumsallık düzeyine, gelişmiş dinamiklere ve doğru paradigmalara sahip olmaması sürecin yönetilmesinde politikacıların rolünü yüksekte tutuyor.
Sözgelişi sermaye birikimi, teknoloji üretimi ve rekabetçilik konularında stratejik sorumluluk üstlenecek ve topluma önderlik edecek bir özel sektörümüz ve girişimci sınıfımız yok. Son yıllarda bir kıpırdanma olsa da, ekonomi ile bütünleşmiş bilim üretimi yapacak düzeyde üniversitelerimiz olduğu da söylenemez. Üstelik ikisi de hâlâ geçmişin paradigmalarıyla oldukça verimsiz üretim modelleri içinde çalışıyorlar. Tek tük istisnalar bir yana hâlâ her şeyi teşvikle halledeceğimizi sanıyoruz ve böylece farkında olmadan gelişmenin maliyetini arttırıyoruz. Oysa sadece daha adil ve saydam bir ortam sağlanarak daha fazla yatırım yapılabileceğini anlamak istemiyoruz. Çünkü hepimiz daha az rekabet ve daha az açıklıkla daha fazla fırsat yakalanabileceğine, zaten kendi başarı hikayelerimizin genellikle buna dayandığına inanıyoruz.
Bu döngüden kurtulmak için daha az tüketip daha çok çalışan bir girişimci kuşağına ihtiyacımız var. Bunun altyapısını vizyoner politikacılar oluşturmalı.
Biliyorum düşünmesi bile zor ama pek alışkın olduğumuz yitirilmiş zamanlara yenilerini eklememek için bu siyasal tabloda bile, hatta belki de asıl böyle bir tabloda yapılabilecek en iyi şey, seçim öncesinde de yazdığımız gibi, güncel siyaset alanını refah ve barış arayışı ile sınırlayacak temel bir reform paketini erken seçime kadar gerçekleştirecek mümkün olduğu kadar geniş bir koalisyon kurmak olabilir. Böylece hukuk sistemi ve güvenliği, ihale sistemi gibi kamu ve özel sektörde saydamlığı arttırıcı düzenlemeler, esnek ve serbest piyasa kuralları, eğitim reformu, vergi sisteminde başta kentsel rantlar olmak üzere taban genişletici ve idari tarafsızlığa yönelik iyileştirmeler, düzenleyici kurumların güçlendirilmesi gibi toplumsal sigortaları sağlamlaştıracak adımlar bir yıl içinde tamamlanabilir. Bu durumda günlük siyasetin ve gelecek seçimlerin alanı da, demokrasimizi bir rus ruletine çeviren alabildiğine geniş ve bütün sistemi risk altında bırakan belirsiz sınırlarından, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi doğal boyutlarına çekilmiş olur. Sonuç olarak her defasında yeni seçimleri nefeslerimiz tutup birbirimize diş bileyerek değil, sistemin güvenliği sayesinde gönlümüzü ferah tutarak sakince bekleriz.
Ne dersiniz, ümit fakirin ekmeği mi?