Umarım bu ilk ve son nostalji yazımdır!
Tam yirmi yıldır her bahar geldiğinde İzmir’de iki, üç gün ve gece… Hepsi de kitap fuarında…
Acaba önümüzdeki sene şöyle mi diyeceğim?:
Yalnızca imgeler ve hâtıralardır bugün o yıllardan geriye kalan…
Çağla zamanı da geçmiş olacak, papaz eriğinin süresi ise zaten on beş güncük!
Ya fuar?!
Dağlardaki çilekler aromalı misler gibi kokan kitap sayfalarını karıştırdıkça...
Ya yirmi birinci yılına varamadan biterse?!
Filmlerin sonunda yazdığınca…
Tak tak tak ta tak... Bir ağaçkakanın ağacı gagalayışı... İzmir Kültür Park’ın içinde yıllardır işitmediğim bir sesle karşılaşmam tak tak tak ta tak... Kısa bir sessizlik, sonra yeniden duyulması kuş cıvıltılarının arasında... Gözlerim, baharlar açmış dallarda... Sesin sahibini araştırmaya çalışmam o ışıltılı sabahta... İlgimi fark etmiş olacak ki susuvermesi birden... Sabırla beklemem yeniden işitmeyi anılarımdaki o sesi... Sahibinin benden de kararlı, öylecene, sessiz, saklı, sinip kalıvermesi bulunduğu yere... Biteviye süren uğraşıyla onu önünde sonunda başbaşa bırakacağımdan emin...
Gerçi çivi gibi rüzgâr deniz, tütün, üzüm kokuları estirmiyor burunlarda yıllardır. Başlamıyor yosun yosun İzmir sabahları Tevfik Akdağ’ın dizelerindeki gibi ama, İzmir, hâlâ yağmurlu bir şehir ve çilerken, çocuk gibi içleniyor 941 yılında Attilâ İlhan’ın anlattığı denli. Benim de bir cebimde kiralık ihtiyar (olmayan standlardan yeni aldığımız) bir kitap, bir cebimde kehribar kuru üzüm ve incir...
Tarık Dursun’un kaleminden İzmir’in çok iyi tanıdığım bir başka yönü çıkıveriyor bir standın köşesini dönerken karşıma:
“İçkievlerinin pencereleri ardına kadar açılır, içerinin havası dışarının havasını değiştirirdi. Ansızın pencere önü masalarda orta yaşlı, düşük bıyıklı, gözbebeklerinin çevresine alkol tütsülü kan oturmuş adamlar belirirdi. Hepsi ehli keyiftiler. Buzlu rakı kadehlerinin durduğu masaların üzerinde, taze yeşil papazeriği mezelik dururdu. Bir yudum rakıdan içerler, bir ısırık papazeriğinden alırlardı. Taratorlu, üstüne kekik gezdirilmiş cacık, ağza alınmamış tertemiz kaşığıyla sıra beklerdi.”
İşte ehlikeyf İzmirliler...
Kâğıda dökülenlerin ıhlamur ağacına dönüşerek ölümsüzleşen Baukis gibi sonsuza dek yaşayacağına inanan ben, kitapların lezzetiyle taçlandırdığım yemeklerin ertesinde, standların arasında buluyorum tam yirmi yıldır kendimi yeniden, yeniden... Fuar alanı her zaman tıklım tıklım... Ziyaretçi sayısı bu yıl rekor mu kıracak son gün olan 26 Nisan Pazar akşamına dek?
Kitaplar, hep umut etmemi kolaylaştırdı, bir de İzmir’in iklimi... Düşlere bu kentin engin denizi kadar açık... Mutlu olmamak mümkün değilmiş gibi geliyor İzmir’de...
Hidayet Karakuş ne diyordu şiirinde:
“makinemin tuşları İzmir deyince / imbat eser eski sokaklarda / deniz hamamlarının serinliğiyle gelir / saçlarından gün ışığı süzülen kızlar / ıhlamurlar ah çeker / hatmiler / daha derin kokar akşamüstüleri”
Kitap fuarını Pazar gününe kadar mutlaka ziyaret edin, bol bol hâtıra fotoğrafı çektirin, çünkü İzmir’de 20. yaşını kutladığı bu sene belki son kez yapılıyor olacak! Biliyorsunuz yeni fuar merkezi nedeniyle Kültür Park içindeki binalar yıkılacak. Eğer bugün için ulaşımın çok zor olduğu yeni alana gidilirse 350-400 bin ziyaretçi oraya nasıl taşınacak? Tüyap, Türkiye Yayıncılar Birliği, yazarlar ve tabii ki okurların bu konudaki değerlendirmeleri nasıl olacak? İzfaş, İzmir’deki yerel yönetimler kitap fuarının sağlıklı bir biçimde sürebilmesi için nasıl kolaylıklar sağlayacaklar, bekleyip göreceğiz. Umarım bu Odak da İzmir ve kitap fuarı için ilk ve son nostalji yazım olarak kalacak.