Umalım ki yanlış tahlildir!
Olmayan parayı harcama konusunda istekliyiz. Kişi olarak da kamu olarak da… Kişi tarafında kredi kartları, işletme tarafında krediler, kamu tarafında Hazine bu isteğimizin ana araçları. Ancak borç artınca işler çatallaşıyor. Gelir yaratamıyorsak, daha da, daha da borçlanmak zorunda kalıyoruz.
Kamu tarafında yeterli para olmadan harcayarak insanları mutlu etmeye çalışmanın bir getirisi var. Siyaset dünyası genel olarak bunu maksimize etmeye çalışıyor.
Ancak götürdükleri de var. Çünkü bütçe açığının yarattığı parasal genişleme ve finansmanının maliyeti bize enflasyon olarak geri dönüyor. Böylesine süreçlerde gelen para da gideni aratıyor.
Bütçe açığı dert olmayı sürdürecek
Geçmiş onlarca yıla baktığımız zaman ne zaman denk bütçe vermişiz, ne zaman fazla vermişiz? Kaç olumlu örnek sıralanabilir? IMF ile yakın çalışma dönemlerinde, yani kriz çıktıktan sonra, ‘faiz dışı fazla’ çok daha yakından takip edilirdi. 1994 krizi sonrasında da, 2001 krizi sonrasında da böyle oldu? İşler biraz yoluna girince hassasiyetler tavsadı.
Dün olduğu gibi bugün de, bütçe açığı dert olmayı sürdürecek. 2023’e nasıl başladığımız da ortada.
Üstüne bir de deprem yaşanmışsa, giderler daha da artacak ve seçimden sonra da işbaşına kim gelirse gelsin bu giderleri finanse etmek için epey bir çaba göstermek zorunda kalacak demektir.
Gelirleri artırmak lazım
Peki gelen ne yapacak? Alınacak önlemler gelirleri artırmak olabilir. Gelirleri artırmak ‘yeni vergiler salmak’ ya da mevcut vergi yükünü daha da ağırlaştırmak demek. Geniş kesimler bundan memnun olmayacaktır. Önlemler, giderleri azaltarak aynı amaca ulaşmak olabilir. Şöyle bir etrafımıza baktığımızda hiçbir tasarruf emaresi görebiliyor muyuz? Geriye neler kalıyor? Para basmak olabilir. Ya da bir şekilde, bir yerden, birileri aracılığıyla borçlanmak olabilir.
Ancak sorun kronik hale gelmişse, bu yöntemle günü ya da aslında yılı kurtarmaya çalışmak da yeterli olmayacak, mutlaka daha köklü önlemler alınmak zorunda kalınacaktır. Köklü önlemler derken genel olarak bu önlemlerin ‘can acıtan’ önlemler olduğunun altını çizmeliyiz.
Örneğin 1994 krizi sonrasında alınan ‘net aktif vergisi’ de can acıttı, 2001 krizinin eşiğinde getirilen ‘özel iletişim vergileri de’. Aslında bu ikisi farklı kesimleri hedefleyen nadir uygulamalardan iki örnek.
Can yakıcı önlemler devreye sokulmalı
Her biri bir tercihi yansıtıyor. Bir de her biri kendi başına ödenmesi gereken faturanın tamamını kapsamıyor. Mutlaka yanına farklı kesimlerin de canını acıtacak önlemlerin de konulması gerekiyor.
Bedel ödeyiciler açısından baktığımızda; hepimizi ilgilendiren, hepimizi etkileyecek bu sorunu nasıl okuduğumuz, kimin, nasıl çözeceğini, nasıl notladığımız önemli. Önemli de, biz genel olarak bu şekilde akla dayalı hesap yapmıyor, kamuyu sınırsız kaynaklara sahip, bol keseden dağıtabilen bir organizasyon olarak görüyoruz. Onun parayı nereden bulduğunu, nasıl geri ödeneceğini, hele paranın maliyetini, bu para ile alınan mal ya da hizmetin kalitesini sorgulamıyor, bugünkü ve gelecek kuşaklara etkilerinin neler olabileceğini dert etmiyoruz.
Bütçemizi yönetmeyi önemsemiyoruz
O nedenle bugün hangi siyasi organizasyon, bu anlattığım kronik sorun konusunda neler düşünüyor, vaatler kitapçıklarında neler anlatıyor, araştırın, bakın demiyorum!
Sadece vaatler kitapçıklarına olan güvensizliğimden değil, kredi kartlarının yanlış kullanımının gösterdiği gibi, kendi bütçemizi yönetmeyi bile yeterince önemsemediğimizden. Umalım ki tahlilim yanlış olsun.