Uluslararası mekanizmalara çok güvenmemek gerek
Mavi Marmara olayının üzerinden uzun süre geçtikten sonra, Birleşmiş Milletler'in olayı araştırmakla görevlendirdiği komisyonun raporu Türk tarafında haklı infiale yol açtı. Türk tarafının bekleyişlerini karşıladığını söylemek kolay gözükmüyor. Zor kullanımında aşırılığa kaçıldığı teslim edilmiş, ama dokuz insanın ölümüyle sonuçlanan aşırı güç kullanımına rağmen, zararın manevi ağırlığını telafi edici özür dilemek yolu bile açık olarak talep edilmiyor.
Kusurlu olduğunu düşündüğümüz İsrail bu işten çok kazançlı çıkmış durumda. Gazze'ye uyguladığı abluka meşru bulunuyor, açık denizlerde gemilere saldırması hukuka aykırı bulunmuyor, buna karşılık İHH'nin de halisane niyetleri olmadığı, Türkiye'nin olayları önlemek için yeterli gayret göstermediği belirtiliyor. Türkiye'nin sürecin başında gerçekleştirmeyi istedikleriyle raporun muhteviyatı karşılaştırılacak olursa, durumu "başarı" sözünden bir hayli uzak sıfatlarla değerlendirmemiz tabiidir.
Uluslararası hukuk, siyasetin etkili olduğu, yönlendirdiği bir ortamda uygulanıyor. Bu gerçeği gözden ırak tutmamak gerek. Bir tarihte, Ermeni-Türk ilişkilerinde ilerleme kaydedilmesi için oluşturulmuş gayri-resmi bir komisyon vardı. Bu komisyonun Türk üyelerinden çok değerli emekli büyükelçi arkadaşımız (maalesef artık aramızda bulunmuyor), 1948 tarihli sözleşmeyle uygulamaya giren soykırım hukukunun 1915'te gerçekleştiği iddia edilen olaylar uygulanamayacağını tescil ettirerek konuyu gündemden çıkarmayı düşündüğünü söyledi.
Olayın dar bir hukuk konusu olmadığını, siyasi olduğunu ileri sürenlerin endişelerini yersiz buldu ve bir uluslararası hukuk firmasından görüş istenilmesini teklif etti. Ermeniler ve projeyi destekleyen Amerikalılar hemen kabul ettiler. Başında eski bir Amerikan Adalet Bakanı'nın bulunduğu New York'taki bir hukuk firmasından mütalaa istendi. Firmanın raporu gerçi büyükelçimizin görüşünü teyit etti ama bunun ötesine geçti. Kendisinden istenmemiş olmakla birlikte, şayet bu anlaşmalar 1915'te yürürlükte olsaydı türünden bir soru icat ederek, Türk tarafını sıkıntıya sokan yorumlar ortaya koydu.
Birleşmiş Milletler'in yayınladığı rapor acaba sadece olayla ilgili sınırlı bir değerlendirme mi, yoksa komisyon üstüne vazife olmayan işlerle de ilgilenmiş mi? Genel izlenim, komisyonun yetkilerini aştığı, kendisine sorulmayan soruları da yanıtladığı merkezinde. Hükümetimiz İsrail'e karşı bir B planı hazırlayıp devreye soktu.
Beş ana teması olan planda Gazze Ablukasını Lahey Adalet Divanı'na götürmek de var. Hükümetimiz böylece ablukanın hukuksuzluğunu teşhir etmeyi tasarlıyor herhalde. Yargılama süreci esnasında İsrail'in Gazze'de uyguladığı şiddeti dünyaya sergilemek için bir fırsatın çıkacağı da düşünülmüş olabilir. Fakat sürecin istenmeyen sonuçları olacağını da hatırdan uzak tutmamak uygun olur.
Davanın kabul edilmemesinden başlayan, ablukanın meşruluğunu tescil etmeye kadar uzanan tatsız olasılıklar olduğu unutulmamalıdır. Bu kuruluşlara genelde egemen olan zihniyete bakılınca, en haklı olduğunuz yerde bile beklenmedik bir sonuçla karşılaşabilirsiniz. Acaba, bu yola başvurmakta acele etmesek de, bizi yeni üzüntülere gark edebilecek sonuçlarla karşılaşmamak için çok yönlü değerlendirmeler yapsak.
Uluslararası hukuk mekanizmalarına çok güvenmeyelim.