Ulusal beceri politikası geliştirmemiz şart
Öyle bir ülke düşünün ki:
-İş arayan her 1 kişi için 1.7 açık iş ilanı olsun,
-Üniversite rektörlerinin %96’sı mezunlarını iş dünyasına hazırladığını öne sürerken şirketlerin yalnızca %14’ü bu yoruma katılsın,
-Üniversite mezunlarının %40’ı becerilerinin altında istihdam edilsin,
-İşgücü piyasasında dijital becerilere ihtiyaç duyulan iş sayısı 6 milyon iken, üniversiteler bu becerileri kazandıracak bir müfredat izleyemedikleri için eleştirilsin…
Hangi ülkeden bahsettiğimi anladınız: Amerika Birleşik Devletleri!
Yeni bir sanayi devriminin başlangıcında beceri uyumsuzluğu sadece bizim değil bütün dünyanın çözmeye çalıştığı en önemli problemlerden biri. Diploma temelli eğitim sistemi, üniversite mezunlarını iş dünyasının gerektirdiği yetkinlikler ile donatamıyor. Öte yandan şirketler, aradıkları becerilere sahip çalışan bulmakta zorlanıp giriş seviyesindeki işler için bile deneyim arıyorlar.
Bu problemi en derinden yaşayan ülkelerden biri de kuşkusuz biziz. 15-29 yaş arasında her 10 çocuktan 3’ü ne okuyor ne de çalışıyor. Bu gruba literatürde “not in employment, education or training” teriminin baş harflerinden oluşan NEET deniyor. Şimdi sıkı durun: Ülkemizde 1 yıldan uzun bir süredir iş arayan NEET’lerin yarısından fazlası (%53) üniversite mezunu.
Emek piyasasının mevcut problemlerine yukarıda bahsettiğim “beceri uyumsuzluğu” problemi de eklenince Türkiye’nin istihdam oranı bir türlü yükselmiyor. Bu köşede sıklıkla Türkiye’nin en büyük problemlerinden birinin yetersiz çalışan sayısı olduğunu söylüyorum. Daha önce verdiğim bir istatistiği vererek durumun ne kadar vahim olduğunu hatırlatayım: Türkiye’nin aynı gelir grubunda yer alan ilkelerin istihdam oranını yakalaması için 7 milyon yeni istihdama ihtiyacı var. İşte tam da bu yüzden hem sürdürülebilir bir büyüme yakalayamıyoruz, hem de giderek büyüyen bir sosyal güvenlik sistemi problemimiz var. *
Nasıl bir gelecek bekliyoruz?
Önümüzdeki dönemde iş dünyasını şekillendirecek eğilimlerin bazılarını aşağıdaki gibi özetlemek mümkün:
1) Becerilere yönelik gereklilikler diploma gerekliliklerinin yerini alacak. Bu yüzden ulusal düzeyde bir beceri politikası (skills policy) geliştirmemiz şart. Aksi takdirde, çok iyi üniversitelerden mezun olmuş öğrencilerin iş bulamamaktan ya da düşük ücretlerden yakındıkları sosyal medya paylaşımları çok daha fazla önümüze düşecek.
2) Kısa ve orta vadede pek çok iş, yeni sorumlulukları içerecek (örneğin: GenAI araçlarıyla etkileşim kurmak) şekilde yeniden tasarlanacak. Dijital beceri açığı şirketlerin en önemli problemlerinden biri haline gelecek.
3) Yeni becerileri geliştirmekte zorlanan beyaz yakalı çalışanlar arasında işsiz kalan sayısı mavi yakalıları geçecek. İşini kaybetmeyenler ise çok daha düşük ücretlerde hayalini kurmadıkları bir iş ortamında çalışacaklar. **
Dünya bu işi nasıl çözmeye çalışıyor? Bizde durum ne?
Birkaç örnek vermeye çalışayım. ABD’deki “Revature” şirketinden başlayalım. Bu şirket FORBES 500 şirketleriyle görüşmeler yaparak sektörlerin ihtiyaç duyduğu becerileri belirliyor. Daha sonra da eğitim vereceği kişileri 2 yıl boyunca kendi bünyesinde işe alıp sektör temsilcileriyle beraber geliştirdikleri müfredat çerçevesinde eğitime tabii tutuyor.
2 yıl sonunda eğitimlerini tamamlayanlar da şirketlerin bordrolarına geçiyor. Bu tür bir eğitim modelini Türkiye’de uygulamak, ekonomik belirsizlikler ve emek piyasasındaki yapısal sorunlar dikkate alındığında mesleki eğitim şirketi için oldukça riskli. Bununla beraber mesleki eğitim sadece Milli Eğitim Bakanlığı’nın inisiyatifine bırakılamayacak kadar büyük bir öneme sahip. Özel sektörün bu işin içinde olması şart.
Destekleyici birkaç örnek vereyim: TOBB gibi özel sektörün çatı kuruluşlarının yönetimde yer aldığı meslek liselerinde doluluk oranı %99 iken yönetiminde özel sektörün yer almadığı meslek liselerinde doluluk oranı %70 civarında. MESS Eğitim Vakfı harika işler çıkartıyor. Bu olumlu örneklerden esinlenerek, Milli Eğitim Bakanlığı şirketlerden kendi kurumları içinde meslek liseleri açmalarına imkan tanıyan yeni bir meslek lisesi formatını da hayata geçiriyor.
Eğitmen şart…
Bu yeni gelişmeler olumlu olsa da yeni dönemin becerilerini öğretecek bir eğitim kadrosu oluşturmadan istenilen hedeflere ulaşmak kolay değil. Burada önemli bir hata yapıldı. Geçmişte teknik eğitim fakülteleri bünyesinde mesleki eğitim kurumlarında eğitmen olarak çalışacak kadrolar yetiştirilirdi. Yapılması gereken, bu fakültelerin müfredatını güncelleyip üniversite öğrencileri için okuması cazip kurumlar haline getirmekti. Yapılan ise bu fakülteleri kapatarak teknoloji fakülteleri açmak oldu.
Bu fakültelerden mezun öğrencilere de mühendislik unvanını kullanabilme imkanı verildi. Böylece teknoloji fakültelerinden çıkan öğrenciler meslek liselerinde teknik eğitmen olmak yerine özel sektörde mühendis olarak iş aradılar. Oysa, üniversite sınavlarında teknik eğitim fakültelerini yazan üniversite adaylarına maddi destek sağlayıp bu fakültelerden mezun olan meslek lisesi öğretmenlerinin çalışma koşullarını ve ücretlerini iyileştirebilirdik. Eğitimin bütün alanlarında ısrarla aynı hatayı yapıyoruz: kalkınarak büyüyen bütün ülkeler işe nitelikli eğitmen kadrolarını yetiştirmekle başlarken biz tam tersi bir yönde ilerliyoruz.
* Tam da bu noktada Sayın Daron Acemoğlu’nun Gazete Oksijen için kaleme aldığı yazısındaki tespitini hatırlamakta fayda var: “çalışanın yanında durmayan demokrasi ölür”. Çalışan sayısını arttırmanın ve güçlü bir orta sınıfa sahip olmanın demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin korunması açısından da büyük bir önemi var.
** Bu durum da küresel ölçekte orta sınıfın eriyişinin hızlanmasına ve “kronik talep açığı” dediğimiz problemin daha da şiddetlenmesine yol açacak.