Ülkeyi uçurabilmenin yolu
Ülkemizin gündemi üç kavram çevresinde oluşuyor: Yeni yapılanma, yeni sistem, ülkeyi uçurma…
Yeni sistemin yöneticileri, gerçekten sağlıklı gelecekler inşa etmek istiyorlarsa, yerli ve yabancı medyanın günlük yorumlarına takla attıran med-cezir çöpçülerine kulak verdikleri kadar, hatta ondan fazlasını sonuçları yaratan süreçleri tasarlama önerilerine vermeli.
Haklı olarak itiraz edenler alacaktır: Ne olduğunu söylemek yetmez, ne yapılmasını da söyleyin!
Yeni yapılanma süreçleri tasarlarken bütünsel yaklaşımın ne olması gerektiğine ilişkin bilebildiklerimizi 10 Temmuz 2018 günü bu sütunlarda paylaştık.Bu yazıda da “kişilere bağımlılıktan kurtulmanın araçları olan kurumların” yapılandırılmasından çok, içine hayat nasıl doldurulacağına ilişkin düşündüklerimizi paylaşacağız.
Yarım yüzyılı çok aşan bir zamandır bizim dikkatımızı çeken sizlerin de dikkat menzili dışında kalmadığını düşündüğümüz bir eğilimi anımsayalım: Bizim kuşağımız, “Öyle bir beyin takımı ki, ülkeyi uçuracak!” anlatımının yabancısı değildir. Nihat Erim Hükümeti’inde Dünya Bankası’ndan gelen Attila Karaosmanoğlu’nun kişiliğinde “kurtarıcı teması” yaygın biçimde işlenmiş ve beklenti yaratılmıştı. Turgut Özal ve prensleri için de aynı mantıkla piyasaya sunulan umutlar her halde çoğumuzun zihnindedir. Ülkemiz hâlâ daha kişi başına 10 bin dolar gelire sahip, “orta gelir tuzaklarının” kıskacından kurtulamamışsa; bir dizi olumlu katkıları olsa bile “kurtarıcıların” bir Güney Kore örneği yaratamadıklarını görmezden gelebilir miyiz?
Kuşkusuz yapılar ve sistemlerin içine hayat dolduran da insanlardır. İyi yetişmiş, işiyle ilgili net bilgilere sahip, etkin koordinasyon beceresi olan ve odaklanmayı bilen, hepsinden önemlisi de açık “gözetim ve denetim sistemlerini” iyi işleten insanlar da hayata çok şey katıyor ve katmayı da sürdürecek.
Kitlelerin değerlerini yakalayarak desteğini alan, ama kitlelerin geliştirici olmayan değerlerinin de üstüne gitmesini bilen liderlerin toplumlarını ileri düzeylere taşıdıkları bir sır değil. Sadece kitle desteği almak için geliştirici olmayan ve kolaycı değerlere abananlar ise başlangıçta kazanılmış gibi gözükse de orta ve uzun dönemde başarı algısının yerini başarısızlık ve öfkeye bıraktığının da örnekleri az değil.
Kişilerin sistem bilinci önemli
Bizim uzak ve yakın tarihimizde “kişi odaklı kurtarıcı arama” eğilimi vardır.Kişilerin kendileri belgelerle istemeseler de Tokatlı Molla Lütfi’nin ölümünü ve mezarını kutsallaştırma gibi kişileri mucizeleştirme alışkanlığımız var: Kişilerin sistem bağlamındaki olanaklarının ve kısıtlarının neler olabileceğini düşünmeden siyasetçiyi “…bir bilen” ilan ederiz. Bir cemaat liderine olağanüstü güç vehmederek onun arkasına sorgusuz takılabiliriz. “Beyin takımlarını” kurtarıcı ilan eder, atanan bakanların ellerinde “sihirli değnek” varmış gibi beklenti yaratabiliriz.
Akıllı insan ve akıllı toplum insanın gücünü azımsamaz, ama abartmaz da. Ayı derecede sistemin önemini kavrar; sınırlarını bilir; yetkin insanla etkin sistem arasındaki dengeleri kurmanın yarattığı sonuçlar üzerine odaklanır; alışkanlıkla değil analizle işlerini yapar.
Sistemleri de kişiler tasarlar, kişiler kurar ve sistemlerin içine kişiler hayat doldurur; ama sistemin yapı, işlev ve kültürünün gücü en yetkin insanları da çok aşar. iyi işletilen sistem insanların önünü açar, iyi işlemeyeni de önünü tıkar.
Bir insanın “iç tutarlılığı” güçle ilgili temel ilkeyi bilmesine bağlıdır: Bireyin gücünün sınırlarını bilmesi, gücünü kullanma zamanını iyi belirlemesi, gücünü kullandıktan sonra geri dönüşünü iyi hesaplaması gerekir. Daha önemli bağımlılık ise, sistemle ilgili olandır: Sistemin yapısını, işlevini ve kültürünü sorgulamadan kişiler üzerinden aşırı beklenti yaratmak, aşırı kırılganlıklara da açık kapı bırakmaktır.
Net bilgi, düşüncenin de inancın da gereğidir
Sağlıklı gelecek yaratmak istiyorsak, “veri, malumat ve bilgi” konusundaki boşluklarımızı doldurmak için seferberlik ilan etmeliyiz. İkinci adımımız, “dünyayı ve kendimizi anlama, anladıklarımızı projelendirme yoluyla anlamlandırma” konusuna odaklanma olmalı. Üçüncüsü, “projelerimizi" pilot uygulamalarla test ederek” hayata taşımalıyız . Dördüncüsü, “geri-bildirim mekanizmalarını” işletmeli, alabildiğine şeffaf paylaşmalıyız. Beşincisi de, geri-bildirimlerle, tasarladıklarımız ile yarattığımız sonuç arasındaki “denensel mesafeleri” ayarlayarak, kendimizi yeniden üretmeyi güven altına almalıyız.
Doğru birikim, doğru bilinç, doğru bakış açısı, doğru proje, doğru insan, doğru uygulama, ödünsüz gözetim ve denetim anlayışını bütünleyen bir “sistem anlayışı” ülkeyi uçurabilmenin yoludur.
İşin sırrı, bireyin yetkinlikleri ile sistemin gücünü dengelemektir. Bir denge kaygısı taşımadan “bireyin birikimine”, “beyin takımlarına”, “bir bilene”, “ bir şeyhe”, “bir kutba”, “bir hoca efendiye” inanmak, “aklı başkalarına emanet etmek” bizleri yaratmak istediğimiz sonuçlara taşımaz, taşıyamaz. Yeni sistemin yeni görevlileri içtenlikle ‘bireyle sistem bağlamını”, “olanak ve kısıt dengelerini”, eğilimlerin “fırsat ve tehlike boyutlarını” dikkate alan bir “yönetişim anlayışını” hayatın gerçeğine dönüştürmeli. O zaman ülkeye ve hepimize katkıları artar.
“Hakkında kesin bilgimiz olmadığı şeyin ardına gitmeme” düşüncenin de, inancın da temel ilke ve kurallarından biridir. Gelişmeler hakkında “net bilgi edinme gayreti” önce insan, sonra yurttaş, sonra da düşünce ve inanç sahibi olmamın sorumluluğudur.
Zaman en büyük tanıktır…Yaşayacağız, gözleyeceğiz, öğreneceğiz, anlayacağız ve birlikte bir yargıya da ulaşacağız.