Ülkenin geleceğine ortak olmak
Türkiye’de yaşanan ekonomik ve finansal gelişmeler ideolojilere ve siyasi görüşlere göre değerlendiriliyor. Yatırımcıların ve yorumcuların en büyük problemi apolitik olamamaktır. Muhalif görüşlere sahip olanlar gelen haberleri hükümeti eleştirmek için kullanıyorlar. İktidarı destekleyenler aynı haberleri her daim pozitif yorumluyorlar. Medyada son dönemde, Türkiye’nin iki büyük holdinginin bankalara olan borçlarını yapılandırmak istedikleri haberleri çıkıyor. İlk holdingle ilgili haberler birkaç ay önce düşmüştü. Diğer holdingin durumu bir haftadır konuşuluyor. Başka grupların da bankalara borç yapılandırması için başvuracağı spekülasyonu yapılıyor. Bu şirketlerin durumu üzerinden hükümet eleştiriliyor. Dışarıdaki Türkiye algısı iyice bozuldu. Aslında yılbaşından beri gelişen ülkeler grubuna para giriyor. Global piyasalardaki risk alma iştahının dengeli olduğu söylenebilir. Ancak süreci iyi yönetemiyoruz. Ülkede jeopolitik riskler ve baskın seçim gibi konulardan başka bir şey konuşulmuyor. Siyasetçilerin üslubu uçlarda geziniyor. Tansiyon hiç düşmüyor. Bu şartlar altında Türk Lirası (TL) cinsi varlıklar negatif ayrışıyor. Dolar kuru arttıkça enflasyon üzerinde yukarı yönlü baskı oluşuyor. Faiz oranları artış eğiliminde oluyor.
Türkiye’ye yönelik bakış açısının bu kadar bozulmasında herkesin az buçuk payı var. Örneğin yukarıda yazdığım holdingleri ele alalım. Bu gruplar Türk bankalarından milyarlarca dolarlık kredi kullanmışlar. Aldıkları kredilerle dışarıda yatırım yapmışlar. Yabancı yatırımcılar Türkiye’ye doğrudan yatırım yapmadıkları zaman, yani bir fabrika kurup istihdam yaratmadıklarında, ‘‘Cari açığın finansmanında doğrudan yabancı yatırımların oranı çok düşük. Finansman kalitesi kötü gözüküyor.’’ ifadeleri kullanılıyor. Bu grupların milyarlarca dolarlık operasyonlarına bakınız. Türkiye’deki yatırımların toplam içindeki payı gerçekten çok düşüktür. Bu holdingler Türkiye ekonomisinde yıllardır fırsat görmemişler. Dışarıya odaklanmışlar. Tabii alınan krediler dolar cinsinden olduğu için döviz kurlarındaki artış hesapları bozmuş. Riskler iyi yönetilmemiş. Vadesi gelen borçlar ödenmeyince, ‘‘Büyükler bu kadar zorlanıyorsa, küçük ve orta ölçekli şirketler ne yapacak’’ düşüncesi akla geliyor. Bu tarz gelişmeler, ülkenin en sağlam sektörü olan bankacılık sektörüne yönelik perspektifi zedeliyor. Kısacası Türkiye algısının zarar görmesi sadece siyasi bir mesele değildir.
Son haftalarda gündeme damga vuran ‘‘ticaret savaşı’’ tartışmasına rağmen dünya ekonomisine ve piyasalarına yönelik beklentilerde majör bir değişim yok. Böyle bir konjonktürde para birimimiz değer kaybediyor. Olası bir ticaret savaşı dünya ekonomisini ve finansal piyasaları ciddi biçimde bozabilir. Çin ekonomisini direkt etkiler. Amerikan ekonomisinde ithal malların fiyatlarının artacak olması enflasyonu hareketlendirebilir. Fed’in dördüncü faiz artırımının yolu açılabilir. Hava aniden değişirse darbe alacak ilk para birimi TL olur. Türkiye’de siyasetçi, girişimci, yatırımcı, yorumcu, herkes aynı gemide bulunuyor. Ülkedeki negatif havanın sona ermesi gerekiyor.