Üçüncü senaryo
Geçtiğimiz haftanın başında yayınlanan yazımızda Merkez Bankası tarafından dile getirilen iki senaryodan farklı ve oldukça tehlikeli üçüncü bir küresel senaryo olduğundan bahsetmiştik. Gerek küresel gelişmeler, gerekse gelişmiş ülke para otoritelerinin yeni bir parasal genişlemeden kaçınmaya çalışan yaklaşımları ülkemizdekil etkili ve yetkili kesimler tarafından pek dikkate alınmayan bu olasılığın daha muhtemel olduğuna işaret ediyor. Küresel düzeyde riskten kaçınma eğilimi artar ve sağlam liman arayışı ön plana çıkar, altın yeni rekorlar kırar iken, daha farklı düşünmek zorlaşıyor.
Üçüncü senaryoda enflasyon ve işsizliğin birlikte artması Merkez Bankası ile yanı sıra mali sektörün itibar kaybının hızlanması XXXXXXXXXX ciddi sıkıntılara yol açabilecek bir ekonomik daralma var ve piyasalar kısa vadede günü kurtarmak adına bu olasılığa davetiye çıkarıyor. Son on yılda yaşananlara bakarak soralım; emtia fiyatlarında yaşanan çılgın dalgalanma ve artışların sebebi nedir? Yanıt belli, ağırlaşan yapısal sorunlara rağmen küresel düzeyde para politikalarının gevşetilmesi. Özellikle gelişmiş ekonomilerdeki para politikası bu kadar gevşetilmese sermaye hareketleri artmayacak, küresel talep aşırılıkları zorlamayacak ve emtia fiyatları yükselmeyecekti. Tabi menkul ve gayrimenkul değerleri de yükselmeyecek, azalan gelirler nedeniyle ciddi bir durgunluk yaşanacaktı; kalıcı çözüm ekonomik yapıyı değiştirmek adına ciddi bedeller ödemekten, geçici olanı ise sorunların ağırlaşması pahasına parasal genişlemeden geçiyordu. Tercihler geçeci çözüm lehine kullanıldı ve ancak buraya kadar gelinebildi. Gelişmiş ekonomiler yatırım yapılabilir olma özelliklerini kaybetti, büyüme potansiyeli kaybolur iken sorunlar ağırlaştı, parasal genişleme gelişmekte olan ekonomilerin büyük kısmını da birkaç yıl içinde aynı açmaza düşürdü.
Bu saatten sonra gündeme gelecek parasal genişlemenin olumsuz yan tesiri faydasından daha büyük olacak, enflasyon ve işsizlik artışı bu durumun hem sebebi, hem de sonucu olacaktır. Bu kısır döngü içinde arzı artan paralar gücünü korur ve menkul kıymet piyasaları yükselir mi? Yoksa söz konusu paralara yönelik güvensizlik artışı istenmeyen başka eğilimler mi yaratır? Rekabet koşulları ve gelir dağılımında yaşanan bozulma menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlıklara yönelik ilgiyi azaltır iken, zorunlu ihtiyaç maddeleri ve temel mallara yönelik spekülatif ilgiyi artırıyor. Bugünün yıpranmış ve yozlaşmış düzeni bu kısır döngüyü çözemiyor.
Gelişmiş ekonomilerde yeni bir parasal genişleme gündeme gelir ise sermaye hareketlerinde istikrarlı bir genişleme muhtemelen yaşanmayacak. Risk alanlar çok daha seçici olacak, eğilimler emtia piyasalır ve bunları ihraç eden ve cari açık vermeyen ülkeler lehine, sermaye piyasaları ve ciddi cari açık veren ekonomiler aleyhine olacak gibi görünüyor. Bu tablo Türkiye ekonomisi için iyi şeyler söylemiyor, fakat iyi şeyler söylemediği için dikkate alınmaması ise büyük gaflet kapsamına giriyor. Belki de son bir yılda siyasi iradenin devreye soktuğu tercih değişiklikleri bu sebepten kaynaklanıyor, fakat yeterli olmuyor. Kısa vadeli faizlerin Merkez Bankası tarafından düşürülmesi, kamuyu ve kısmen mali sektörü, Türk Lirası'nın değer kaybı ile üretenleri rahatlatıyor gibi görünüyor. Ancak bir yandan küresel düzeyde artan emtia fiyatlarının diğer yandan yükselen döviz kurunun ekonomide yaratacağı tahribat gereğince dikkate alınmıyor. Bir yandan enflasyon ve cari açığnı arttığı, diğer yandan iç ve dış talep daralırken işsizliğin arttığı, bir ekonominin yaşayacağı sıkıntılar büyük oranda ihmal ediliyor.
Gerek küresel, gerekse yerel düzeyde sorular ağırlaşır ve dengesizlikler büyür iken beklentiler yolu ile kitleleri yönlendirmek ve istikrarsızlığı önlemek kolay değildir. Özellikle yönlendirilmeye açık ve duygusal insanların evdeki hesaplar çarşıya uymayınca ortaya koyacağı tepkisellik daha dikkatli olmayı gerektiriyor.
Küresel düzeyde faizler düşük düzeyde kalır ve enflasyon baskısı artarken yaşanabilecekleri belki duymak istemiyor olabiliriz, ancak gerçeklerden kaçamayız...