Üçüncü güç çıkar mı?
Fransa Cumhurbaşkanın Emmanuel Macron, Çin ziyaretinde “Avrupa stratejik özerkliğe sahip olmalı; Avrupa, Fransa önderliğinde dünyanın üçüncü büyük gücü olabilir” söylemiyle yeni bir tartışma konusunun kıvılcımını çaktı.
Söylemin temelini üçüncü güç olma isteği oluştururken, dikkatlerden kaçmayan tamlama ise bu gücün Fransa’nın liderliğinde olacağıydı. Macron bu talebini gündeme taşırken, Fransa ve Avrupa’nın Çin-ABD geriliminde ABD’nin peşinden sürüklenmemesi, ABD’nin uydusu olmaması gerektiğini özellikle belirtti.
Macron’a destek AB Konseyi Başkanı Charles Michel'den geldi. Michel’e göre, Avrupa’nın ABD'den "stratejik özerklik" kazanması gerektiği yönündeki Macron'un görüşü Avrupalı liderler tarafından giderek daha fazla dillendiriliyor. Michel, Ukrayna krizine ortak yaklaşımın AB'nin ABD'yi "körü körüne, sistematik olarak takip edeceği" anlamına gelmediğini söylüyor.
Bu tanımlama, Soğuk Savaş’ın bitişinin hemen sonrası sıklıkla yapılırdı. Soğuk Savaş’ın bitişi yalnızca komünist bloğun dağılmasıyla sonuçlanmadı, Batı bloğunda da kırılma yarattı. Sovyet tehdidinin bertaraf edilmesi Avrupa’nın güvenlik anlayışının yumuşamasına, NATO’ya ve tabii ki ABD’ye olan bağımlılığın sorgulanmasına neden oldu.
Bu dönemde bir Avrupa ordusunun kurulması fikri sıklıkla gündeme taşındı. Bu fikir, Almanya ve Fransa arasında ikili istişarelerde geliştirilen kısaca PESCO olarak adlandırılan “Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği Savunma Anlaşması” ile ancak 2017 yılında sonuçlandırılabildi. Anlaşma kapsamında bir AB ordusu oluşturulması öngörülmüyor.
Anlaşmaya imza atan her ülkeden, AB'nin ortak savunmasına nasıl katkı yapabileceği konusunda ulusal planlarını hazırlamaları isteniyor. Yani ucu belirsiz bir yapı. Bir de AB’nin Doğu Avrupalı üyelerinin endişeleri var.
Yıllarca “komünist blok” içerisinde bağımsız politikalardan uzak kalan ve güvenlik endişesi karşı bloktan çok kendi blok liderinden kaynaklanan bu ülkeler, Macron’un çıkışına destek verecek gibi görünmüyorlar. Keza, AB’nin Doğu Avrupalı üyeleri Rusya’nın Ukrayna işgaliyle ekonomik önceliklerini güvenlik önceliklerinin arkasına koymak zorunda kaldılar. Bu ülkelere “NATO mu, AB mi?” diye sorulsa, bu ortamda “NATO” cevabı kesin gibi gözüküyor.
Nitekim, Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, "ABD ile ittifak, Avrupa güvenliğinin mutlak temelidir” açıklamasını yaptı. Bu yaklaşımlar, bir AB ordusu yaratılamadan ya da AB ülkelerine güvence verecek bir Avrupalı güç çıkmadıkça değişmeyecektir ki, NATO’ya alternatif bir “Avrupa Ordusu” kurulması ya da “Avrupa’ya özgü bir güvenlik mimarisi” yaratılması zor.
Fransa’nın böylesi bir gücü var mı? Bunun cevabını ABD'li Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio vermiş. "Macron küresel süper güç olma rolüne büründüğünde ve teröristlerle savaşmak için Kuzey Afrika'ya asker göndermek istediğinde bölgeye birliklerini biz götürüp getirdik.
Avrupa, eğer Macron'un örneğindeki gibi bir başına kalmayı tercih edecekse, bu durumda kazançlı çıkacak olan biziz." Diğer taraftan, Avrupa’daki Atlantikçiler ile ulusüstü yapıya şüpheci yaklaşanlar da Macron’un fikrine olumlu bakmayacaklardır. NATO bünyesinde oluşturulan güvenlik iş birliği egemenlik devrini gerektirmezken AB çatısı altında güvenlik iş birliği tersi bir durum yaratıyor.
Tüm bunların yanında Avrupa’nın diğer devi Almanya’nın AB özelinde ulus üstü yapının liderliğini Fransa’ya bırakmayı kabul edebilmesi mümkün değil. Tüm bu girdiler sonrası Macron'un üçüncü güç açıklaması, Fransa için bir siyasi ve askeri yol haritası oluşturabilir. Bu haritanın başarısı yalnızca Fransa'nın izlediği politikalarla değil bu politikanın tüm AB ülkelerinde bir karşılık bulmasıyla olabilecektir.