Üçlem dayattı
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) Temmuz ayı toplantısı sonucunda faiz koridorunun üst sınırını yükselterek koridor aralığını genişletti. Buna göre faiz koridorunun alt sınırı olan Merkez Bankası borçlanma faizi yüzde 3.5 düzeyinde sabit tutulurken üst sınırı oluşturan borç verme faizi yüzde 6.5 dan yüzde 7.25 düzeyine yükseltildi.
Karar sürpriz sayılmaz. Bir hafta kadar önce Merkez Bankası Başkanı bunu söylemişti zaten. Dolayısıyla, faiz koridorunun genişletileceği ve bunun borç verme faizi yükseltilerek yapılacağı bekleniyordu.
İşin bilinmeyen yanı faiz artışının ne dozda olacağıydı. Bu noktada farklı beklentiler ve baskılar oluştu. İki tez çatıştı denilebilir. 50 baz puan artışın, yani faiz koridorunun üst sınırının yüzde 6.5 dan yüzde 7 ye yükseltmenin yeterli olacağını, bunun maksada hizmet edeceğini savunanlar vardı. Bu sanki çoğunluk görüşü gibi görünüyordu. Bu cenahtaki ikna edici görüş faizin faz 50 baz puanın üstüne çıkartılmasının parasal sıkılaştırmayı abartılı boyutlara taşıyacağı ve sonuçta ekonomiye ciddi bir fren yaptıracağı yönündeydi. Böyle bir uygulamanın 2012 yılında yapıldığını ve büyüyememe sorununa yol açtığına işaret ediliyordu.
Buna karşılık borç verme faizindeki artışın 50 baz puan düzeyinde kalmasının bir işe yaramayacağını, artışın en az 150-200 baz puan ölçeğinde olması gerektiğini savunanlar da vardı. Bu görüşü savunanların öne sürdüğü iki gerekçe oldu. Birisi faiz artışının yetersiz kalması halinde döviz kurundaki yukarı yönlü ivmelenmenin kontrol altına alınmasının mümkün olmayacağıydı. İkinci görüş de 50 baz puan gibi düşük düzeyde bir faiz yükselmesinin piyasada oluşan beklentiyi karşılamayacağı, yani işlevsiz kalacağı yönündeydi.
Şimdi, verilen karar bağlamında, bu tezlerin sınanmasına geldi sıra. Eğer döviz kuru üzerindeki baskı gerilerse 50 baz puanın yeterli olduğu düşünülecek ve beklentiler de buna göre yeniden biçimlenecek. Kur üzerinde yukarı yönlü baskı sürer, enflasyon beklentisi de yukarı hak etini devam ettirirse 50 baz puan faiz artışının yetersiz kaldığına, parasal sıkılaştırma dozunun arttırılması ve faizin tekrar yükseltilmesinin gerektiğine karar verilecek.
* * *
Dikkat ederseniz Merkez Bankası sanki her iki teze de aynı mesafede durmuş gibi görünüyor. Bana kalırsa faiz koridorunun üst sınırının 75 baz puan yükseltilmesi bunu ifade ediyor. Toplantı sonrasında açıklanan metinde faiz kararının gerekçesi olarak iki noktanın altının çizilmiş olması bunu gösteriyor. Küresel düzeyde para politikalarına ilişkin artan belirsizlik nedeniyle sermaye akımlarında gözlenen zayıflama bu gerekçelerden birisi. Enflasyon beklentilerindeki bozulmanın fiyatlama davranışları üzerindeki olumsuz etkilerini sınırlama isteği de ikincisi.
Bir çok lafın arasından bu iki gerekçeyi çekip çıkartmak için PPK karar metninin sonuç ifadesini okumak yetiyor. Merkez Bankası “Sonuç olarak Kurul, fiyat istikrarını sağlamak ve finansal istikrarı desteklemek amacıyla faiz koridorunun üst sınırının yükseltilmesine karar vermiştir” diyor. TCMB terminolojisinde bunun anlamı bir taraftan ekonominin ısınmasından (enflasyon) çekinirken bir taraftan da sermaye girişlerinin yavaşlamasının Türk Lirası (döviz kuru) üzerinde yaratacağı istikrarsızlık baskısından ürküyorum demektir.
Aslında Merkez Bankası sermaye hareketinin serbest olduğu Türkiye ekonomisinde faizi kendisinin istediği düzeye indirirken döviz kurunu da kendisi belirlemeye çalışıyordu. Malum, üçlem kuralı bunun imkansız olduğunu, ısrar edenin başının belaya gireceğini söyler. Şimdi Merkez Bankası, örtük biçimde, “üçlem dayattı” faizi yükseltmek zorunda kaldım diyor. Başka bir ifadeyle, faizin yükseltilmesi Merkez Bankasının piyasalarla inatlaşmaya yanaşmadığını ve temelde dışa açık bir ekonominin piyasa diktumu niteliğinde olan üçlemin gereğini yerine getirdiğini ifade ediyor.
Bağımsız bir Merkez Bankasına da bu yakışır.