Üç vakte kadar karbon ayak izinizi azaltıyorsunuz
Yoğun gündem arasında konuşmaya pek sıra gelmese de oldukça kurak bir kış geçiriyoruz. Ocak sonuna geldik, İstanbul’da henüz kar ve kardan adam göremedik. Yaz aylarında ise her yıl daha yüksek nem ve sıcaklık altındayız. İklim değişimi küresel bir olgu, onu tetikleyen unsurlar ve yoğunluğu bölgeden bölgeye değişse de sonuçta küresel. “Bu eğilimin hızı nasıl kesilebilir?” sorusuna cevap arayan kamuoyunun baskısı ve Birleşmiş Milletler inisiyatifi ile Aralık 2015’te hazırlanan, küresel ısınmayı sınırlandırmaya yönelik taahhütler içeren Paris İklim Anlaşması, Nisan 2016’da üye ülkelerin imzasına sunuldu ve bugün itibariyle -ülkemiz dahil- 195 imzacısı bulunuyor. Anlaşmaya göre, imza sahibi ülkeler her 5 yılda bir kendi güncellenmiş ulusal katkı planlarını sunmakla mükellefler. Anlaşma’nın “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesi, her ülkenin imkanları dahilinde kendi planı ile ilerlemesini içeriyor. Buraya kadar çok güzel.
Karbon emisyonunu azaltmak, mevcut ekonomik sistemdeki enerji akışlarını ve üretim sistemlerini, yeni teknolojiler vasıtasıyla önemli oranda değiştirerek mümkün ve bu oldukça maliyetli. AB’nin Emisyon Ticaret Sistemi’ne göre, enerji sektörü ve yoğun enerji kullanan sektörler (rafineriler, demir, çelik, alüminyum ve diğer metal mamul üretimi, çimento, cam, seramik, kâğıt ve kağıt ambalaj, organik kimya mamulleri ve ticari havacılık) kendilerine izin verilen (ki bu oran giderek azaltılıyor) miktarın üzerindeki karbon salınımları için, karbon salınımını önleyen kuruluşlardan karbon kredisi satın almak zorunda. Burada konunun rengi değişmeye başlıyor.
Emisyonu azaltmak için gerekli yatırım ve girdi maliyetlerine katlanmak, başka bölgelerde bunlara katlanmayı reddeden üreticilere ticarette görece rekabet avantajı sağlayacak (ki buna “negatif dışsallık” diyoruz). Daha iddialı önlemler almaya niyetlenen ülkeler, yüksek dönüşüm maliyetlerine katlanacak sanayilerinin, bu konuda geride kalan diğer ülkelerde bu maliyetlere katlanmadan üretim yapacak rakiplerine karşı yitirecekleri rekabet avantajını telafi etmenin yollarını bulmak durumunda.
Avrupa Birliği, 2050 yılında karbon-nötr hale gelme hedefi doğrultusunda, karbon yoğun sektörlerdeki üretimlerin çevresel yaptırımların daha gevşek olduğu ülkelere kaçmasını önlemek üzere kendi ortak pazarında satılacak mallar için Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) oluşturdu. Buna göre, sınırları dahilinde ticari malların üretimi esnasında oluşan karbon maliyetlerine eşdeğer bir maliyetin AB ülkelerine ithal edilen mallara vergi olarak uygulanması söz konusu. SKDM, 2023 yılından itibaren karbon yoğun altı sektörde (demir-çelik (vida ve cıvata gibi ürünler dahil), elektrik, hidrojen çimento, alüminyum ve gübre) emisyon raporlaması ve 2026 yılından itibaren raporlanan emisyon üzerinden vergi ödeme yükümlülüğü getiriyor. Karbon emisyon miktarının hesabında başlangıçta ilk üretim aşamasına bakılırken, ilerleyen yıllarda sonraki aşamaları da içerecek şekilde tüm tedarik zinciri göz önüne alınacak. Ürünün menşeinde bir karbon fiyatlaması düzenlemesi veya karbon vergisi uygulaması var ise, bu sistem çerçevesinde edinilen sertifikalar veya ödenen vergiler sınırda hesaplanan vergiden mahsup edilebilecek.
Türkiye’nin ihracatında AB ülkelerinin payı yüzde 45’i buluyor. Son yıllarda hızla artan karbon kredisi fiyatları (2020’de ton başına 33 euro iken şu an 82 euro), öncelikle bu beş sektörden, ilerleyen yıllarda ise diğer yüksek emisyonlu sektörlerden AB’ye yapılacak ihracat için önemli bir yük oluşturması muhtemel. AB ülkelerinin Türkiye’nin ihracatındaki payı demir çelikte yüzde 52, alüminyumda yüzde 32, gübrede yüzde 23, çimentoda ise yüzde 11 düzeyinde.
Bu sektörlerden başlayarak, kapsamlı bir sürdürülebilirlik stratejisine sahip olmak, karbon emisyon raporlamasına başlamak ve tedarik zinciri boyunca emisyon önleyici süreç iyileştirmelerini sağlamak, rekabet avantajını korumak ve artırmak için elzem. Emisyon azaltıcı yatırımların finansmanı için ulusal bir programın tasarlanması, bu yönde uluslararası kaynaklardan azami düzeyde yararlanmanın yollarını bulmak gerekli. Bu yatırımlarda kullanılacak sermaye mallarının yerel üretimi ile bu süreçte katma değerin ekonomide kalmasını sağlayarak, karbon salınımını azaltmanın ekonomiye faturasını sınırlamak mümkün.
2030’lu yıllarda ise SKDM’nin yüksek emisyonlu girdi kullanan diğer sektörlere (örneğin kimya, beyaz eşya, otomotiv, tekstil) doğru olası genişlemesi, ihracatçı şirketler için tedarik zincirlerinde hızlı aksiyonlarla karbon salınımını acilen düşürmeyi gerektirecek. Planlamanın zamanıdır.