TÜSİAD ve diğer SİAD’lar neleri konuşmuyor (ve yapmıyor)?

Murat YÜLEK
Murat YÜLEK KÜRESEL BAKIŞ [email protected]

Türkiye’nin ekonomi gündemi geleneksel olarak siyasete endeksli olagelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri ya da Avrupa ülkelerinin aksine, gazetelerimizin en önemli alanları sivil değil siyasi konulara, sivil şahsiyetlere değil siyasilere ayrılır. 

Sanayici ve işadamlarımızın gündeminde de siyaset ve siyasi ortam her zaman bir numaralı yere sahip olagelmiştir. Bunda siyasi yapımızın henüz tam olarak olgunlaşmaması kadar iş adamlarımızın da siyasetten bağımsız kendi güçlü yapılarını oluşturamamış olmasının önemli etkisi olsa gerek. İş dünyamız ve iş adamlarımız henüz, Amerika Birleşik Devletleri ya da Avrupa ülkeleri gibi ‘işlerine’ değil siyasi ortama yoğunlaşmayı bu yüzden tercih ederler. 1980’lerin ikinci yarısında, öğrenciliğim sırasında, iktisatçı Mustafa Özel’in Japon kalkınması ve ticaret stratejileri ile ilgili eserleriyle birlikte, 1989 yılından itibaren, Eski Devlet Planlama Müsteşar Yardımcısı Yavuz Ege’nin yönlendirmesiyle Doğu Asya başta olmak üzere kalkınma süreçlerini inceliyorum. Değişik başarılı kalkınma tecrübelerinde gördüğün en net ortak özellikler nedir deseniz şunu rahatlıkla ilk sıraya koyarım: kalıcı kalkınma devlet ve özel sektörün ortak ve yakın çalışmasıyla ortaya çıkıyor. Almanya ve Amerika Birleşik Devletlerinden, İsveç,  Japonya’dan Kore ve Çin’e kadar her başarılı kalkınma tecrübesi ‘yıldız’ özel şirketlere dayanmış. General Electric’den Mitsubishi’ye, Saab’dan Samsung’a. 

Kalkınmanın gerçekleşmesi için kaliteli (‘elit’) bürokrasiyle birlikte bu ‘yıldız’ şirketlerin zamanın ruhunu iyi okuması ve o ruha göre hareket etmesi gerekiyor.  Oysa Türkiye’de işadamlarımız zamanın ruhu yerine Türk siyasetimim ruhunu okumaya endeksliyorlar hayatlarını. Balığın, içinde yaşadığı akvaryumu iyi tanıması gerekir ama Türk iş adamlarının içinde bulundukları ortam sadece Türkiye değil. Tekrar edelim; en büyükleri dahil Türk işadamları, aşırı sofitekelişmiş bir dünyayı okumada ve ona uygundavranmada yeterli performansı gösteremiyor. Böyle olunca, kolaya kaçmayı, enerjilerini iç siyasete aktarmayı tercih ediyorlar. 

TÜSİAD Türkiye’nin hacim olarak en büyük sanayici ve iş adamlarını bünyesinde topluyor. Bu örgütün her şeyden zamanın iş dünyası ruhunu iyi kavraması gerekir diye düşünüyorum. Siyaseti, kamu desteklerini, eğitim tasarımını, demokratikleşmeyi, her Türk vatandaşı gibi TÜSİAD üyelerinin de tartışması normaldir. Ancak, bir iş örgütünün önce kendi alanı olan iş dünyasının kendi iç stratejilerini tartışması ve bu sayede 21. Yüzyılda küçüğüyle büyüğüyle Türk şirketlerinin nasıl ayakta kalacağını tartışması gerekmez mi?

Zamanın ruhu en başta yenilikçilikten, AR-GE’den, uluslararasılaşmaktan, ihraç pazarlarında dağıtım kanallarını elde etmekten geçiyor. İşte bu kritik alanlarla ilgili hemen akla gelen ama TÜSİAD’ın tartışmadığı sorular: 

> Türk şirketleri dünya AR-GE sıralamasında nerededir? Neden son sıralarda yer almakta ya da hiç yer almamaktadır?

> T.C. devleti bugün oldukça cömert AR-GE ve yenilik destekleri sunmaktadır. Bu destekleri takip edip değerlendirmek dışında, TÜSİAD üyeleri başta olmak üzere, Türk işadamları neden kendi ellerini kendi ceplerine de atıp, yenilikçi, AR-GE bazlı şirket formları oluşturamamaktadır?

> Türkiye dünyanın en büyük 17. ekonomisiyken neden dünya patent başvuruları sıralamalarında ilk 2000 şirket içinde sadece 2 Türk firması var (155. Sıradaki Arçelik ve 1571. Sıradaki Deva)? 

> Dahası, neden 79 milyonluk Türkiye’de tüm yıl boyunca yapılan yerli patent başvuruları sayısı dünyada en üst iki şirketin yıllık başvuru sayısından daha düşük? 

Tabi mesele bunların tartışılması da değil; gerçekleştirilmesi. TÜSİAD’ı, MÜSİAD’ı ve tüm SİAD’lardan ben bu konuları konuşmalarını ve ayrıca icraata geçmelerini bekliyorum. 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Chief Sustainability Officer 06 Ağustos 2018