TÜSİAD elini suya sabuna değdirmeli!

Murat YÜLEK
Murat YÜLEK KÜRESEL BAKIŞ [email protected]

TÜSİAD Türkiye'nin önemli bir kurumu. Türk ekonomisinin üretimi, ihracatı, ithalatı, kısacası ekonomik aktivitesinde söz sahibi bir kurum. Bu açıdan, bu örgütün Türkiye ekonomi ve siyasetine dair görüşler vermesi, karar süreçlerini etkilemeye çalışması normaldir. Ancak, TÜSİAD'ın siyasete dair konularda gerektiğinde oldukça "köşeli" konuşurken ekonomik konularda daha "harcıalem" görüşler bildirmesini doğru bulmam.

"Görüş" Dergisinin 65. sayısında yayınlanan TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'in bir yazısı kurları ele alıyor. Adeta bir akademisyen elinden çıkmış olan teorik yazısında Boyner para politikalarının reel değişkenleri kalıcı olarak değiştiremeyeceğini söylüyor. Biz de bir akademisyen gibi yorumlayalım; bu konuda Keynezyenlerden paracılara kadar iktisat teorisyen ve pratisyenlerinin üzerinde uzun süredir hemfikir olduğunu söylemeye gerek yok. Tartışma da burada değil zaten.

Yazıda "dalgalı kur büyük ölçüde denge kuru oluşturur" deniyor. Bu fikir, hem teorik açıdan (oldukça) tartışmalı, hem de pratik açıdan, hele piyasaların sadece kısa sürelerde değil uzun yıllar boyunca çeşitli faktörlerce kolayca "manipüle" edilebilmesinin (ve sonra da piyasaların çökmesinin) ne kadar kolay olduğunun sadece iktisatçıların değil hemen herkesin kolayca görebildiği 2001 sonrası dünya ekonomisi tecrübesinin hiç mi hiç göz önüne alınmadığını gösteriyor. Kısa dönem önemli. Zira uzun dönemde Boyner'in de hatırlattığı gibi "hepimiz öleceğiz" zaten.

Görüş dergisinin aynı sayısında, ünlü makroekonomist Fisher bu konuda gerekli cevabı vermiş zaten: "Sermaye piyasalarında oluşan rakam her zaman doğru seviyeyi yansıtmayabilir. Küresel dengesizlikleri gidermek için [kurun] belli oranda değerlenmesine izin vermeliyiz." Fisher, ülkelerin ülkelerin kurun değer değişmesine "izin vermesinden" bahsettiğine göre istesek de istemesek de kur politikası diye bir şeylerin olduğunu hatırlatıyor. O zaman sizin piyasada oluştuğunu zannettiğiniz dalgalı kur "denge kurunun" "gerçek" denge kuru yansıtmayabileceğini söylemiş oluyor.

Fisher,  yukarıdaki sözlerini ilginç bir kontekste söylüyor. İsrail'in 2007 sonrası para (ve kur) politikasını hatırlayalım. Şekel, 2007 yılının sonunda itibaren dolara karşı değerlenmeye başlayınca İsrail'li ihracatçılar şikayete başladılar. Bunun üzerine, Mart 2008'de İsrail Merkez Bankası dolar alımlarına başladı; önce günde 25 milyon dolar ve sonrasında bu yeterli olmayınca günde 100 milyon dolarlık alımlar. Merkez Bankası bu alımları icap ettiği kadar sürdüreceğini duyurdu ve öyle de yaptı. Ağustos'a gelindiğinde İsrail ekonomisinde canlanma emmareleri güçlenmeye başlayınca alımlar durdu. Şekel/dolar paritesinin aşağıdaki grafiği bu politikanın paritenin kaymasını ilk başta engelleyemediğini ancak sonrasında dış etkenlerin (özellikle İsral'e kriz döneminde giren sermayenin hız kesmesiyle) de yardımıyla şekelin Fisher'in başka yerlerde "doğru" (!) olarak tanımladığı seviyeye gelmesini sağladığını gösteriyor. İsrail bu tür politikalara yabancı değil. 1985 heterodoks istikrar paketini uygulamaya koymadan önce de hükümetin ilk işi şekel'i yüzde 25 devalüe etmek olmuştu.

Fisher'in Görüş dergisindeki söyleşisinde, "2008'in başında, merkez bankası olarak bir durgunluğun geldiğini biliyorduk;  bu açıdan döviz alımı kararında zorluk yaşamadık" demesini de not edelim. Tabi, İsrail Merkez Bankası'nın resmi duyurularında bu döviz alımları rezerv bna etmek amacıyla yapıldığı söylendi.

Kısacası, TÜSİAD Başkanı kurun bir politika aracı olmaması gerektiğini söylüyor. Fisher ise realitede öyle olmadığını. Başkaları kurlarını ayarlıyorsa sizin kurunuzun da "dengeyi" yansıtmayacağı belli.

Boyner'in yazısında, Çin'in  reel kurunu yüksek tutmasının refah açısından zararlı olduğu söyleniyor. Çin politikacılarını bilemem ama iktisatçıları, düşük kurun ithalatı pahalı hale getirdiğini; sabit gelirde pahalı tüketimin refahı düşürebileceğini tahmin edecek kadar sofistike olduğuna kimse şüphe etmesin. Çin'in yapmaya çalıştığı şey, yüzmilyonlarca kişiyi düşük üretkenliğin hakim olduğu sektörlerden dünya standartlarında düşük, Çin standartlarında ise daha yüsek ücretlerin hüküm sürdüğü sanayi sektörüne çekmek. Bu şekilde yükseltilen istihdam ve müteşebbisliğin Çin'e sağladığı dışsal ekonomilerin refah etkisinin incelenmesini araştırma programına ekleyebilir TÜSİAD. Politikalarını ve rejimini beğenip beğenmemek bizlerin elinde ancak Çin'in büyük transformasyonunun hangi amaçlarla hangi çerçevede yapıldığını iyi anlamak gerekiyor. Yoksa Türkiye olarak yaya kalırız; zira üretim oaternimiz itibariyle maalesef hala Çin'in "kulvarındayız" ve Çin'in uyguladığı  politikalarının ucu bize dokunuyor.

Boyner'in Görüş dergisindeki yazısında "kur savaşları" tabir edilen durumla ilgili yerinde tesbitler var. Bir politika tercihi veya değil ancak ortada bir kur rekabeti var. Sürecin bizim gibi ülkelere yansıyan sonucu önceki iktisatçıların "beggar-thy-neighbor" dedikleri türden; yani, kurunu değersiz hale getiren ülkenin kısa vadede üretim istihdam ve cari fazla açısından avantajlı duruma gelmesi. İstesek de istemesek de, beğensek de beğenmesek de kısa vadede durum bu.

Bu realitenin karşısında Washington Consensus tipi bir politika nötrlüğünü ya da "yapısal reformları gerçekleştirelim" vs gibi zaten kimsenin itiraz edemeyeceği şeyleri savunmak suya sabuna dokunmamak manasına geliyor. Gerektiğinde kendi alanının sınırlarını zorlayan bir işverenler derneği olan TÜSİAD ekonomi politikaları alanında neden bu kadar genel geçer seviyesinde kalıyor?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Chief Sustainability Officer 06 Ağustos 2018