Türkün uygarlıkla mücadelesi!

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Havayolu ulaşımının karayoluna göre her zaman daha güvenilir olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Ne var ki havayolu ulaşımı, akıllı telefonların yaygınlaşmasıyla birlikte riskli hale geldi mi bilinmez ama, iyice sinir bozmaya başladı. Uçakta güvenlikle ilgili uyarıda "Kalkışta ve inişte elektronik cihazlarınızı tümüyle kapatın" deniliyor, değil mi. Cihazı tümüyle kapatmakla uçuş moduna almanın aynı şey olmadığı ortada. Ama bakın sağınıza solunuza, cihazını uçuş moduna getirmekle yetinenler olduğu gibi, onu yapmaya gerek bile duymayan ve cihazını tümüyle açık tutanlardan geçilmiyor.

Halkımız sanki ülke yönetiyor ya... Herkes büyük holdinglerin sahibi ya da banka yöneticisi ya... Piyasaları izlemek, dünyada olan biteni anı anına bilmek durumunda ya... Uçak tekerleklerini pistten kaldırana kadar gözler telefonda... Ne yapıldığı ortada. Mesajlar atılıyor, fotoğrafl ar paylaşılıyor, yapılan da bu!

Uygarlık, o uçağa binmek değil; o uçağa doğru dürüst binmek ve seyahat etmektir. Hem yaptığınız yanınızda oturanın hayatını riske atmıyor yalnızca, siz de o uçaktasınız. Bunu kavrayamıyor olmak için insanın "biraz" aptal olması gerekir.

Gerçi havayolu şirketleri bu konuda üstlerine düşeni yapıyorlar mı ki! Kimi şirket diyor ki "kalkış ve inişte cihazları tümüyle kapatın", kimi diyor ki "uçuş moduna getirin"; onlar bile bir karar verememiş durumda.

Ayrıca, cep telefonlarının uçağın elektronik sistemlerine gerçekten zarar verip vermeyeceği de tam bilinmiyor. Bir etkileme söz konusuysa şimdiye kadar onlarca uçak bu yüzden düşerdi. Çünkü cep telefonu kapatma konusu tüm dünyanın sorunu.

Geçenlerde bir uçuşta hostes iniş anonsundan sonra kemeri bağlı olmayan yolcuları uyarıyor. Gerçi kemerin tüm uçuş boyunca bağlı tutulması uyarısı var ama, Türkün ruhu sıkılır, öyle bağlayamaz kendini. Özgürlüğü, hakları bağlansın, onlar önemli değil, ama yeter ki beline kemer bağlanmasın! Bu "özgürlük aşığı" vatandaş hostesin uyarısına dudak büküyor ve kemerini bağlama gereği duymuyor.

Hani bir de tekerlekler yere değer değmez yapılan, "Uçak tümüyle durana kadar yerlerinizden kalkmayın" anonsu vardır ya, içten içe bir gülme tutar beni. Anonsu duyan ayağa fırlayıverir! Hemen el bagajları alınır, havaalanının durumuna göre belki 10-15 dakika ayakta gidilir; bu sırada terminal binasına ne kadar yaklaşıldığını anlayabilmek için bel iki büklüm olur ve pencereden dışarı bakılmaya çalışılır.

Karayolu, dert yolu!

Karayolu mu, o apayrı bir dert; şehiriçi bir türlü, şehirlerarası bir türlü. Haydi uçakta yolcudur Türk, karayolunda ise hem yolcu hem sürücüdür.

Kırmızı ışıkta geçilen bir ülkede trafik düzeninden de, uygarlıktan da söz edilemez.

Bir kırmızı ışık noktası; araçlar durmuş. Daha sarı yandığı anda önünde belki on araç bulunan biri kornaya basıyor ve o on araç sürücüsünü "Siz ışığın değiştiğini görmediniz" diye uyarmaya kalkışıyorsa, bilin ki orası Türkiye'dir.

Emniyet kemeri takmamak için, kemeri koltuğun arkasından geçirip takmış gibi yaparak aracın sinyal vermesini önleyen, yani aracı "kandıran" da Türktür.

Emniyet kemeriyle hiç uğraşmamak için kemer yuvasına girecek şekilde aparat üretmeyi akıl eden de Türk dehalardır.

Birkaç yıl önce Antalya'da havaalanından bir transfer şirketinin aracıyla Kemer'e doğru giderken sürücüyü öndeki araçları çok yakından takip ettiği için uyarmak durumunda kaldığımda aldığım yanıt müthişti: "Beyefendi biz bu yolları iyi biliriz!" Yolu iyi bilmekle öndeki araçla mesafe ve hız arasındaki bağlantıyı izah etmeye çalışmak nasıl bir duygudur, anlayın...

Ankara'da nöbetçi trafik amirliğini, özellikle iş yoğunluğunun az olduğu bir pazar günü arayıp bir ihbarda bulunduğunuzda karşınızdaki görevlinin, "Biz caddelerdeki ihlallerle başa çıkamıyoruz, bir sokaktaki hatalı park çok mu önemli yani" demesine de uygarlıkla mücadelemiz olduğu için artık pek şaşırmamamız gerekiyor galiba.

Uygarlıkla mücadelemiz bitmiyor, bitecek gibi de görünmüyor. Aracın ön koltuğuna oturup kemer bağlamayı belli ki korkaklık sayıp kendimize yediremiyoruz; yetmiyor, bir de çocuklarımızı, bebeklerimizi kucağımızda taşıyoruz. Kendimize güvenimiz tam, "Bir şey olursa ben tutarım" diyip çıkıyoruz işin içinden. Ama daha ileri gidenlerimiz de oluyor; baba, çocuğunu sürücü koltuğunda kucağına oturtup normal trafiğe çıkabiliyor. Hayretle soruyorsunuz yanınızda durmuşsa otomobil, "Bunu nasıl yaparsınız" diye; baba, yüzüne yayılan tuhaf gülümsemeyle "Durmadı da" diyebiliyor. Uygarlık da neymiş, mücadele etmeli değil mi... Bu, bir Batı ülkesinde, hele hele ABD'de olsa, o bebeği alırlar aileden.

Halk doktorunu döver mi?

Patinaj yapmak iyidir bazen; geri gitmektense... Bir dönem Türkiye'de belli mesleklere sahip olanlar büyük saygı görürdü toplumda. Doktorlar, öğretmenler başta gelirdi. Ya şimdi? Özellikle sağlık çalışanlarının durumu? Acil servisi basıp, "Niye benim hastama önce bakmadın" diye doktor dövenler, bir anlamda "Diğer hastalara bakma" demiş olmuyor mu...

Sağlık alanında vatandaşı "tahrik" eden haberler konusunda bizim, yani basının da kabahati yok mu... "Üç hastane kabul etmedi, dördüncüye yetişemeden can verdi" gibi haberler yaparken, o rahatsızlık için üç hastanenin bir şekilde donanıma sahip olmayabileceğini dikkate alıyor muyuz... Olsun, haber çarpıcı bulunsun yeter, uygarlıkla böyle de mücadele ederiz biz; toplumu yanlış yöne sürükleyerek de...

İtfaiye ya da ambülansın olay yerine geç gelmesinden ötürü görevlileri dövmeyi pek severiz de, o gecikmeye kimi zaman emniyet şeritlerini tıkayarak ya da yanlış park ederek bizlerin yol açtığını düşünmek işimize gelmez.

Ambülans görünümlü havaalanı transfer aracı yapmayı da dünyada Türklerden başka hiçbir millet düşünemez.

Kadınlar Günü de neymiş!

8 Mart Dünya Kadınlar Günü... Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gün. Çeşitli etkinlikler düzenleniyor. İstanbul'daki bir üniversitedeki etkinliği bir grup basıyor, öğrencilere saldırıyor. Ne gerek var değil mi uygar olmaya... Dünya Kadınlar Günü'nü kutlamak da neymiş, kadın da neymiş!

Bunca yılın kazanımı(!) yok edilemez

Uygarlıkla mücadele etmek, uygarlığın yerleşmesine müdahale etmek, izin vermemek gerek. Bozar bizi uygar olmak, bozar!

Ne yani bunca yılın kazanımını toprağa mı gömeceğiz... Örneğin kırmızı ışıkta duracağız, örneğin kentlerimizin dokusunu bozacak adımlara izin vermeyeceğiz, örneğin yere tükürmeyeceğiz, örneğin belediyelerimiz kazdıkları çukuru kapatmak için hiç vakit kaybetmeden işe girişecekler, örneğin kıyılarımızı, ormanlarımızı korumak adına daha çok çaba sarf edeceğiz.

Yok öyle yağma! Biz, toplum olarak el ele verip uygarlıkla mücadelemizi sürdüreceğiz, sürdürmeliyiz!

Ekonomik alandaki uygulamalara ilişkin uygarlık mı... O apayrı bir konu olarak ele alınmaya değecek önemde...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar