Türkiye’ye gelen ABD sermayesi azalabilir

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ [email protected]

Dünyada az ülkeye nasip olan bir şekilde Amerikan başkanlık seçimi ve görev değişimi neredeyse iki buçuk asırdır aynı kalıplar içinde cereyan ediyor. Dört yıllık bir başkanlık döneminin sonuna tesadüf eden Kasım’ın ilk Pazartesi’sini izleyen Salı günü seçim yapılır. Üç aya yakın bir süre, yeni yönetimin şekillenmesine ve görevin devri hazırlıklarına ayrılır, 20 Ocak günü de devir-teslim töreni yapılır, yeni başkan göreve başlar. Bu işlemler sırasında eski ve yeni başkanlar birbirlerine karşı zarif davranırlar. Aralarında siyasi uçurumlar olsa dahi, üzerinde Amerikan halkının ittifak ettiği bir seçim süreci sonunda göreve geldiklerinden, Amerikan demokrasisini över, seçmenlere herkesin yeni başkanı kabullenmesi gerektiğini göstermeye çalışırlar.

Görev devir-teslimi usullerindeki istikrar Obama-Trump görev değişimi sırasında da işledi. Ancak, Amerikan toplumu yeni başkanlarını benimsemek konusunda derinden bölünmüş gözüküyor. Trump, merkezi temayülleri temsil eden ve bazen Cumhuriyetçi, bazen Demokratlara oy veren klasik orta sınıf Amerikan seçmeninin benimsediği bir aday değil. Amerikan siyasi sınıfının dışından gelerek aday oldu, partisinin birçok ileri geleni kendisini benimsemedi. En büyük desteğini ise günümüzdeki siyasi ve iktisadi gelişmeler karşısında kayba uğrayan, gelişmelere ayak uydurmakta güçlük çeken, eski günlere dönmeyi isteyen ve bunun “doğru” bir lider sayesinde mümkün olduğuna inanan nüfus kesimlerinden aldı. Kitlelere, duymak istediklerini söyledi. Kitleler ise bazı söylediklerinin yapmasının imkansız olduğuna, vaatlerinin arasındaki çelişkiler bulunduğuna, yapacağın söylediği şeylerin bazı şeylerin Amerika’ya faydadan çok zarar getireceğine işaret edenleri dinlemediler bile. Sonunda, oyların çoğunluğunu alamasa bile, eyaletleri temsilen seçilen seçmenler koleji üyelerinin çoğunluğunu kazanarak başkan oldu. Amerikan toplumunda yaygın bir rahatsızlık var. Trump yönetiminin gerek Kongre’de gerek bürokrasi katında pasif bir direnme ile karşılaşması beklenebilir. Basın ve sanat dünyası daha başından itibaren Trump’a cephe almış bulunuyor. Bu durum Trump yönetimini, bütün iddiasına rağmen, etkili olamama tehlikesi ile karşı karşıya bırakacaktır.

Trump yönetiminin izleyeceği yol merakla bekleniyor. Yeni başkan dış politika alanında çelişkili ve endişeye yol açan çok sayıda demeç verdi. Geçmişte siyasi sorumluluk taşımamış olması, kabine üyeleri dahil yardımcılarının da siyaset alanından gelmemesi, üstelik yardımcılarının gerek birbiriyle gerek başkanın görüşleriyle uyumsuz demeçler vermeleri, Amerika’nın dünya ile nasıl ilişki kuracağı konusunda büyük belirsizlikler barındırıyor. Bununla birlikte, dış politikaya dönük düşüncelerinden bazı genel gözlemler çıkarmak mümkün. İsterseniz bu gözlemleri, bunlardan Türkiye’nin de nasıl etkileneceğini de değerlendirerek ele alalım.

Yeni ticaret savaşlarını tahrik edebilir

Trump ısrarla Amerika içinde üretimi güçlendirmek için serbest ticarete sınırlar getireceğini söylemiştir. Bunu ne oranda gerçekleştirebilir bilinmez ama, Amerika ile bir yandan Pasifik ülkeleri, diğer yandan Avrupa Birliği arasında tasarlanmış kapsamlı serbest ticaret anlaşmalarının şimdilik ilerlemeyeceğini tahmin etmek mümkündür. Bilindiği gibi, Türkiye, ABD-AB arasında imzalanacak bir serbest ticaret anlaşmasının dışında kalmak, buna karşılık piyasasını Gümrük Birliği çerçevesinde Amerikan mallarına tek taraflı açmak endişesi yaşıyordu. Şimdilik bu olasılık ertelenmiştir. Buna karşılık, Amerikan piyasasına giden Türk ürünlerinin zaten karşılaşmakta oldukları güçlükler artabilir. Türkiye’ye gelen Amerikan sermayesi ise azalmaktaydı. Trump’ın başkanlığında bu eğilim güçlenebilir. Bütün bunlar yanında, Amerikan politikaları yeni ticaret savaşlarını tahrik ederek, dünyadaki ticaret hacmini daraltabilir ki, böyle bir gelişmeden Türkiye de mutlaka nasibini alacaktır.

AB bir dağılma sürecine mi girecek?

Trump Avrupa’nın kaderini etkileyebilecek ve endişeye yol açan muhtelif değerlendirmelerde bulunmuştur. Bunlardan ilki, Avrupalıların kendi savunma masrafl arını ödemeleri gerektiği, Amerika’nın buna kaynak ayırmayacağıdır. Buna ek olarak, NATO’nun demode olduğunu, yeni ihtiyaçlara cevap vermediğini ileri sürmüştür. İkinci olarak, Trump Rusya ile iyi ilişkiler kurulmasını istemekte, Kırım’ın ilhakı karşısında uygulanan tedbirleri benimsemediğini ifade etmektedir. Üçüncü olarak, İngiltere’nin AB’den ayrılma kararını onayladığını beyan etmiş, İngiltere ile bir serbest ticaret anlaşması yapılabileceğini bildirmiş, AB’nin ise Almanya demek olduğunu söylemiştir. Bütün bunlar bir araya koyulduğu zaman endişe verici bir tablo ortaya çıkmaktadır. Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrası hüküm süren barışın temelinde bir yandan Amerika’nın Avrupa savunmasının güvencesi olması, diğer yandan Avrupa entegrasyonu aracılığıyla kıtanın iki dünya savaşı getiren devletlerarası rekabetten korunması yatıyor. Amerikan savunma taahhüdünün ne derecede geçerli olduğunun belirsizleşmesi ve Amerika’nın Avrupa entegrasyonunu desteklemekten vaz geçmesi bu barışın temelin kökten sarsacaktır. Acaba Avrupa, Amerika’nın Kıta’dan uzaklaşması karşısında iktisadi ve siyasi entegrasyonunu güçlendirebilecek, savunma alanında bir cüce olmaktan kurtulabilecek midir, yoksa AB bir dağılma sürecine mi girecektir? Gerek Amerika’nın Avrupa’yı savunma güvencesinin zayıflaması, gerek Avrupa bütünleşmesinin duraklaması Türkiye’yi sevindirecek gelişmeler değildir. Aramızdaki ilişkiler dönem dönem çok fırtınalı olsa ve ülkemiz giderek Avrupa entegrasyonu sürecinin dışında kalsa bile, zayıflayan bir AB’nin doğuracağı istikrarsızlığın Türkiye’yi rahatlatması beklenmemelidir; AB’nin zayıflamasının olumsuz gelişmelere yol açabileceği ilk bölgenin ise Balkanlar olabileceği ise hatırdan çıkarılmamalıdır.

Trump’ın Avrupa’yı ihmal eden, Rusya’yı öne alan yaklaşımı, Avrupa’da Trump’ın Rusya için bir nüfuz bölgesi tanıyabileceği korkularını berberinde getirmiştir. Eğer Amerika sadece ilişkilerde gerilimi düşürmek, işbirliği imkanlarını genişletmek istiyorsa, bu politika ülkemizi de rahatlatacak ve Rusya ile ilişkilerimizi daha huzurlu bir ortamda geliştirmemize fırsat sağlayacaktır. Ancak Amerikan-Rus yakınlaşması Avrupa savunma sistemini zayıflatacak bir çizgide gelişirse, Türkiye açısından sakıncalı bir durum ortaya çıkacaktır. Ülkemizin Batı Bloku bağlantısı, Rusya ile olan ilişkilerinde bu ülkeyi dengeleyici bir kaynak oluşturmaktadır. Bu kaynağın zayıflaması Türkiye’nin yararına olmayacak, Rusya’nın taleplerini istemediğimiz hallerde bile olumlu karşılamak baskısı artacaktır.

Trump Çin ile de gerilimli bir başlangıç yapmıştır. Gerilim salt Çin mallarına yüksek gümrükler ihdas edileceği gibi iktisadi bir sorundan kaynaklanmamıştır. Yeni başkan Tayvan’ın Çin’den ayrı olduğunu düşündüğünü gösteren eylemlerde bulunmuştur. Kendisi zaten Obama’dan Çin ile stratejik rekabeti öngören bir miras devralmaktadır. Ancak, Obama yönetimi Çin’le ilişkileri kontrollü bir gerilim seviyesinde tutuyordu. Trump’ın kavgacı üslubu, Çin’i iktisaden frenlemeyi öngören Trans-Pasifik Ticaret Anlaşması’na karşı çıkması, Amerika’nın Kore ve Japonya gibi ortaklarının Amerika’ya duydukları güveni yitirmeleri ve kendi başlarının çaresine bakmaları sonucunu doğurabilir. Bu ülkelerin Çin’e karşı daha tavizkar davranmaları bir olasılıksa, Japonya’nın silahlı gücünü arttırması; gerek Kore gerek Japonya’nın nükleer silahlara ilgi duymaya başlaması ikinci bir olasılıktır. Pasifik bölgesindeki varlığını güçlendirmeye ve Çin’le ilişkilerini geliştirmeye çalışan Türkiye açısından, mevcut durumda bu türden değişmeler, ancak olumsuz olarak değerlendirilebilir.

Orta Doğu politikası Türkiye için hayati önem taşıyacak

Bölgemizdeki uluslararası politika konularına geçildiğinde, Türkiye için hayati olan soru Orta Doğu’daki çatışmalarla ilgili olarak Birleşik Devletler yönetiminin hangi politikaları izleyeceğidir. Trump ve yardımcı kadrosundan çelişkili sesler çıkmakla birlikte, yönetim bazı konularda nettir. İlkin, Radikal İslam ile kararlılıkla mücadele edilecektir. Ancak radikal tanımına kimlerin girdiği ve mücadelenin ne biçimde yapılacağı bilinmemektedir. Güçlü ihtimaller arasında bir yandan Türkiye’nin Suriye’deki mücadeleye daha fazla silahlı güç sevk etmesinin talep edilmesi, diğer yandan PYD-YPG’ye daha fazla silah verilmesi gibi ülkemizin kabul etmekte zorluk çekeceği talepler bulunmaktadır. Keza, radikal tanımının genişletilmesi, ülkemizin Müslüman kardeşleri terörist tanımına dahil etmesinin istenmesi de mümkündür. Böyle bir talebin, Mursi’nin baş dostu olan bir yönetimin kabul etmesi zordur ama etmezse de ilişkiler olumsuz yönde etkilenir. Trump’ın İran’la varılan nükleer anlaşmaya da sıcak bakmadığı anlaşılmaktadır. Amerika’nın İran’a karşı koyduğu ticaret kayıtları herhalde kalkmayacaktır. İran’ karşı zor kullanmayı içeren tehditler de gelebilir. Böyle bir tavır, Türkiye dahil, birçok Avrupa ülkesinin Amerika ile sürtüşmesi olasılığını ortaya çıkarmaktadır. İran’da ise, Amerikan tavrı reformcu yönetimi zor durumda bırakacak, muhafazakar kanadın güçlenmesinin önünü açacaktır. İran’la ikircikli bir ilişki yürüten, bir yandan işbirliği yaparken diğer yandan da Irak ve Suriye’de İran’la rekabetçi ilişkileri olan ülkemizin bu tür gelişmeler karşısında sıkıntılı tercihlerle karşı karşıya kalacağı kesindir. Trump Amerikan-İsrail ilişkilerini ilerletmeyi vaat etmekte, bunun yolu olarak da İsrail’in başka hiçbir ülke tarafından kabul görmeyen politikalarını onaylayacağını ilan etmektedir. Trump, Amerikan büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacağını açıklamıştır. İki devletli çözümü benimsememektedir. Dediklerini yapması, bölgede Birleşik Devletler’le işbirliği yapan sadece Arap ülkelerinin değil, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan tüm ülkelerin yönetimlerini zor durumda bırakacak, zayıflatacaktır. Türkiye’nin de İsrail ile yeni düzelmeye başlayan ilişkilerinde ilerleme sağlaması güçleşebilir.

NAFTA’yı ABD lehine değiştirmek istiyor

Trump dış dünyaya dönük başka uygulamalar getireceğini söylemiştir. Kanada ve Meksika ile serbest ticareti öngören NAFTA anlaşmasını en azından gözden geçirecek Birleşik Devletler lehine değişiklikler isteyecektir. Amerika’ya işçi göçünü durdurmak için tedbirler alması beklenmektedir. Bunlar arasında, bilindiği gibi, Meksika sınırına bir duvar çekmek ve bedelini de Meksika’dan tahsil etmek gibi olmayacak projeler de vardır. Ülkesinde yasadışı çalışan göçmenleri evlerine göndereceğini söylemiştir. Olasılıkla Müslüman ülkelerden geleceklere vize verilmesinde yeni engeller ihdas edecektir. Bütün bunların gerek dünyada gerek ilgili ülkelerde rahatsızlıklar yaratması, çok sayıda ülkenin Amerika ile ilişkilerini zedelemesi söz konusu olabilecektir.

Ancak karşımızda kocaman bir soru duruyor: Trump söylediklerinden hangilerini ve ne oranda yapmaya çalışacak, bunda başarı sağlayacak mıdır? Siyasetin dışından gelmesi, fikirlerinin çelişkili, basit ve bazen de uygulanabilirlikten uzak olması, kadrosunda siyasetin dışından gelen ve devlet tecrübesi olmayan kişilerin çokluğu, yeni başkanın Amerikan iç ve dış politikalarına yaygın bir belirsizlik getirmesiyle sonuçlanmıştır. Ortama ne kadar süreceği bilinmeyen tatsız bir bekleyiş egemendir. “Trump iş adamıdır, konuşur anlaşırız” iyimserliğine kapılmak pek doğru değildir. Şu ana kadar söyledikleri, iyimser olmak için yeterince ipucu vermemiştir. Türkiye’nin hassas olduğu bazı konularda yeni yönetimin bazı yetkililerinin bizi memnun eden demeçler vermiş olmaları Türkiye’nin şikayetlerinin evleviyetle giderileceğinin güvencesi olarak değerlendirilmemelidir. Bekleyelim, peşinen iyimser olmak için b ir sebep yoktur.

NASIL BİR EKONOMİ DEVRALDI?

Amerikan ekonomisi Barack Obama’nın 2009-2016 arasındaki sekiz yıllık başkanlık dönemi boyunca yılda ortalama yüzde 1.5 büyüdü. ABD ekonomisi, Obama döneminde 80 aydan fazla süren en uzun istihdam artışıyla yaklaşık 15.5 milyon kişiye iş imkanı yarattı. Ayrıca resmi ve akademik araştırmalar, ülkede son 20 yıldır giderek kötüleşen gelir dağılımı eşitsizliğinin, Obama’nın başkanlık döneminde son 100 yılın en yüksek seviyesine çıktığını gösteriyor. Obama’nın başkanlık döneminde kamu borcu 10,6 trilyon dolardan 19,9 trilyon dolara yükseldi.

İlk icraati vergi reformunu hayata geçirmek

Trump’ın direksiyona geçtiği ABD ekonomisine 2017 yılında Donald Trump’ın genişlemeci mali politikaları yön verirken, ABD Merkez Bankası (Fed) adımlarını bu politikalara göre atmak zorunda kalacak. Trump’ın ilk icraatlarından birinin sabırsızlıkla beklenen vergi reformunu hayata geçirmek olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Yeni yönetim, ayrıca ülkenin eskiyen altyapısı için yaklaşık 1 trilyon dolarlık yatırım yapmayı planlıyor. Trump’ın ülke ekonomisini canlandıracak vergi reformu ile kamu harcamalarının, Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Kongreden bu yıl içinde fazla zorlanmadan geçeceği öngörülüyor. Birçok finans kuruluşu da bu beklentiler doğrultusunda ABD’ye yönelik büyüme tahminlerini yukarı yönlü revize ediyor. HSBC daha önce yüzde 2.2 olarak belirlediği 2017 yılı ABD büyüme tahminini yüzde 2.5’e yükseltti. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü de Amerikan ekonomisinin bu yıl yüzde 2.2 yerine yüzde 2.5 büyümesini bekliyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019