Türkiye’nin KKTC’deki duruşunu atlamamak gerekir

Açıl SEZEN
Açıl SEZEN Dünyanın Parası [email protected]

Kıbrıs meselesi, Türkiye için çözüm ile çözümsüzlük arasında yıllardır süren bir mesele. 

Ancak görünen odur ki, önümüzdeki dönemde Kıbrıs konusunda yaşananlar, Türkiye’nin ana gündem maddesini oluşturacak.

“Daha ne olacak, zaten yıllardır Kıbrıs gazı meselesini tartışıyoruz” demeyin.
Orada olup bitenleri biraz daha geniş perspektiften değerlendirmekte yarar var.
Öncelikle, Türkiye için KKTC’nin vazgeçilmezliğini unutmamak, atlamamak gerek.
Tarihi köklerin haricinde, Türkiye’nin Akdeniz savunması için en kritik alanı Kıbrıs.
Rusya’nın Suriye üzerinden askeri, Çin’in Mısır üzerinden ticari, AB’nin ise gaz arz güvenliği açısından konumlandığı ortamda Türkiye’nin eli kolu bağlı kalması, elbette düşünülemez.
Fakat, gelinen noktanın sadece diyalog ve diplomasi yoluyla çözülebileceğine yönelik dikkate değer endişeler oluşuyor.

Zira Türkiye’nin tezi ile KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı arasındaki mesafenin giderek büyüdüğü dikkat çekiyor.

Söylemler arasındaki fark gerek Kıbrıs gerekse Türk medyasında giderek daha fazla dillendiriliyor.
KKTC’de hükümet değişimi sonrası Akıncı ile hükümet arasındaki ilişkinin nasıl şekilleneceği de elbette büyük önem taşıyor.

Peki, KKTC halkı bu konuda ne düşünüyor?

KKTC konusunda yıllardır konuştuğumuz, tartışma imkanı bulduğumuz kaynaklar ile istişare ettiğimizde ortaya çıkan tablo, Türkiye için alınması gereken yolun uzun olduğunu söylüyor.
Sebepler muhtelif.

Ancak en önemli faktörün ekonomi olduğunu söylemek gerek.

Türkiye’nin KKTC’ye geçen yıl yaptığı yardım tutarı 2.2 milyar TL.

Lakin, adadaki fiyatlamaların sterlin bazında yapılması, TL’de ise ciddi bir değer kaybı yaşanması halkın yaşamında yapılan yardımların ederini düşürüyor.

Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz, ister istemez bu yardımların ödeme frekansı üzerinde de etkili oldu.

Dolayısıyla Ada halkının Türkiye’ye olan bakış açısında Annan Planı sonrasındaki derin kırılmalardan biri, ekonomik gerekçelerle gerçekleşti.

Diğer yandan Türkiye’den sağlanan yardımların dağıtımı ve kullanım alanları konusunda da KKTC Cumhurbaşkanlığı ile Türkiye Cumhuriyeti arasında çeşitli sorunlar olduğu, Türkiye’nin bu yardımların koordinasyonu konusunda duyarlılık talep ettiği de biliniyor.

Dolayısıyla Türkiye, Kıbrıs meselesinde büyük bir mücadeleye giriyor, ancak bu mücadele esnasında KKTC’den hem halk hem de yönetim bazında tam desteği alabilmesi gerekiyor.
Türkiye’nin uluslararası arenada savunduğu tezler, hem Kıbrıs Adası hem de diğer ülke örneklerine dayanıyor.

Ada Kıta Sahanlığı ve deniz sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğine dair Türk Dışişleri tarafından hazırlanmış çok kapsamlı çalışmalar var.

Örneğin İngiltere-Fransa arasında 1977-78 döneminde yaşanan Scilly Adası krizi, 1982’de yaşanan Tunus-Libya krizi, yine 1985’te Libya ile Malta arasındaki ada muvazaası örnek olarak gösterilen unsurların bir bölümü. Önceki yıllarda yaşanan Danimarka-Norveç, Kanada-Fransa, Katar-Bahreyn, Romanya-Ukrayna ada krizleri gibi deneyimleri de kendi tezinin haklılığını öne sürerek paylaşıyor.

1969 İran-Katar, 1971 Tunus-İtalya, 1973 Kanada-Danimarka gibi ülke bazındaki anlaşmaları da örnek göstererek, hukuki bazda KKTC’nin haklarını savunmayı amaçlıyor.
Örneğin Türkiye’den sadece 2 kilometre uzaklıkta olan Meis Adası’nın konumu üzerinden kendi haklılığını aktarıyor. Mısır’ın hakim olduğu kıyı uzunluğundan hareketle Rum Kesimi ile kurduğu mantıktan hareketle, “Bu doğru görülüyorsa, Rodos Adası’na uzanan sularda da Türkiye’nin hakkı oluşur” deniliyor.

AB’nin bu konudaki duruşuna da Türkiye’nin itirazı var.

Türk Dışişleri, “Daha önce yaşanmış ada anlaşmazlıklarına hiçbir zaman taraf olmamış AB, bu kez neden taraf olarak politika belirliyor” sorusunu yöneltiyor. İspanya-Fransa, Slovenya-Hırvatistan, Malta-İtalya arasındaki benzer sorunlarda AB’nin tavır almadığı ifade ediliyor.
Hukuki olarak da uluslararası diplomasi açısından da oldukça büyük bir mücadele gerektiren bu konuda, KKTC’nin Türkiye’nin desteğini almadan kendini ifade edebilmesi mümkün görünmüyor.
Bu nedenle farklılıkların ortadan kaldırılıp, Ada yönetimi ile Türkiye arasındaki köprülerin yeniden kurulması, Ada halkının çekincelerinin azaltılması için de kapsamlı ve acil bir eylem planının devreye alınması şart görünüyor.

Yaşanan tartışmaları, geçmişle karşılaştırmak doğru görünmüyor.

Ada halkının statüsünün belirlenmesi ile ilgili tartışmalarda elbette KKTC halkının iradesi belirleyicidir. Geçmişte Annan Planı döneminde olduğu gibi…

Lakin bu kez sadece KKTC’nin değil, Türkiye’nin de Akdeniz’deki varlığı ve etkinliği söz konusu.
Dolayısıyla Türkiye’nin bu konudaki en uç çözümlere kadar gitmeye dahi zorunlu kalabileceğini, gerektiğinde bu uç çözümlere dair adımları atmaktan çekinmeyeceğini de unutmamak gerekir.
O nedenle Türkiye’nin bu konudaki kararlılığını anlamadan Kıbrıs konusundaki yorumlar havada kalabilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Eli yatırıma gitmemek... 21 Ağustos 2019
Acılara tutunmak... 03 Temmuz 2019