Türkiye’nin işi asıl neden zordur?
Amerikan Merkez Bankası, Fed’in, fazla likiditeyi paspaslama operasyonu birkaç ülkeyi yanlış zamanda, tesisin yakınlarında yakaladı. Türkiye, ne yazık ki, bunlardan bir tanesi. Herkes birkaç yıldan beri, cari işlem açıklarını kontrollü bir biçimde azaltmaya çalışıyordu. Üstelik bunu küresel likidite imkanlarının tavan yaptığı bir dönemde yapıyorlardı. Bir nevi, kendilerini tutuyorlardı. Biz öyle yapmadık. Biz küresel likidite imkanlarının genişlemesinden sonuna kadar yararlandık.
Birdenbire Çin gibi büyümeye başladık. Çin, Çin gibi büyürken, acayip cari işlemler fazlası veriyordu, yerel tasarruf oranı yüzde 50’lere varıyordu. Biz ise aynı dönemde, hem Çin gibi büyüdük, hem de tasarruf oranımızı 1980’lerdeki yüzde 25’in yarısına düşürdük, cari işlemler açığımızı ise tarihsel ortalama olan yüzde 5’in iki katına çıkardık. Herkes normal olmayan bir dönemde, tedbirli bir tacir gibi davranıp dikkatli olurken, biz her müflis tacir gibi bütün tedbiri elden bıraktık. Aynı ağustos böceği, karınca hikayesinde olduğu yan gelip yattık ve parti yaptık. Şimdi hesap ödeme vakti geldi.
Her zaman olduğu gibi pek çabuk geldi. Şimdi kısa vadede bakarsanız, Türkiye için işlerin iyi olmasını beklememek gerekiyor. Somutlayayım: Paspaslama operasyonu, bundan böyle daralmaya dönüşecek ve bu böyle birkaç yıl devam edecek. Ne olacak? Türkiye normal şartlar altında daha birkaç yıl yüzde 1,5-2’lik büyüme oranlarıyla idare edecek. İşsizlik oranı ise bugünkü seviyeler göre yüzde 50 civarında artacak. Normal şartlar altında böyle beklemek gerekiyor. Peki, orta vadede daha parlak bir Türkiye performansı olur mu? Olabilir. Ama bugün yapmakta olduklarımızı, yapmamak şartıyla olabilir. Bugün yapmakta olduklarımız, Türkiye’nin işini zorlaştırmaktadır. Ama ben turpun büyüğünün heybede olduğu kanaatindeyim. Anlatayım.
Önce şu orta vade işini açayım isterseniz: Orta vadede parlak bir Türkiye performansının ön koşulu, yabancılara gidip, Türkiye’nin bugününe değil, parlak yarınlarına yatırım yapın demekten geçmektedir. Hatta bu çerçevede, onlara, “Bugün kurda gördüğünüz düzeltme, Türkiye yatırımlarının ucuzlaması, getiri ihtimalinin artması anlamına geliyor” deme imkanı bile var. Hoş ve inandırıcı yani. Kurdaki düzeltme sürecinde bugün geldiğimiz 2,25’lik düzeyin bu çerçevede, bir nevi alt limit olduğunu kolaylıkla varsayabiliriz, doğrusu. Bu ne anlama geliyor? Bu, yabancıya, memleketin kurumsal altyapısına güven, gel sen buraya en az bir beş yıllık-on yıllık yatırım ufkuyla yaklaş demek anlamına geliyor. Bir ülkeye, aynen böyle bir beş yıllık, on yıllık yatırım ufkuyla yaklaşırsanız ne beklersiniz? İmzalayacağınız sözleşmelerin uzun vadede geçerli olup olmayacağını merak edersiniz herhalde. Her şeyin bir faninin iki dudağı arasında olmadığı, değişmez sağlam kurallara bağlı olduğu bir yatırım ortamı istersiniz öncelikle. Bir ülkeye beş yıllık, on yıllık bir yatırım ufkuyla yaklaşabilmenin ön koşulu o ülkede kral değil, kural hakimiyeti olmasıdır. Bizim bu arada yere yeksan ettiğimiz tam da bu algıdır.
Nedir kural hakimiyetinin şartları? Öncelikle her işin sağlam ve değişmez kurallara bağlı olması gerekir. İkincisi, o kuralların herkese eşit bir biçimde uygulanacağından, herkesin emin olması gerekir. Öyle kural dışı ödemelerle bazılarının bir gecede diğerlerinden daha eşit olmasının mümkün olmaması gerekir.
Üçüncüsü ise kuralların nasıl değişeceğinin de sağlam kurallara bağlı olması gerekir. Nedir işin özü? Bana sorarsanız, idarenin takdir yetkisinin mümkün oldukça kısıtlı olması demektir kural hakimiyeti hali. Şimdi Türkiye’nin artık temel meselesi şudur: 17 Aralık Büyük Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ve o operasyona idarenin gösterdiği tepkiyle birlikte, Türkiye’de kural hakimiyeti olduğuna dair algı son derece ciddi bir yara almıştır. Daha sonra gelen, İnternet yasası, MİT yasası tasarısı gibi adımlar ise, idarenin takdir yetkisini sınırsız ve de kuralsız bir biçimde genişlettiği için kural hakimiyeti algısını daha da yıkmışlardır.
Kötü olmuştur. Zaten Kamu İhale Yasası’nda istisna bentlerinin t harfine gelmesi derin kuşkulara yol açmıştı. Şimdi olanlar ise, yok olan kural hakimiyeti algısına rengarenk bir tüy dikti. Özellikle İdarenin takdir yetkisinin nasıl kullanılması gerektiğine ilişkin sınırları çizmesi gereken İdari Usul Yasası’nın olmadığı bir ülkede, idarenin takdir yetkisini sınırsız bir biçimde genişletmek, yatırım ortamı açısından çifte rizikodur. Hem takdir yetkisi geniştir, hem de kontrolsüzdür. Kötüdür. Nokta.
Şimdi Fed kararı ile olumsuz küresel bir konjonktüre girdiğimiz bir ortamda, memlekette kural hakimiyeti algısını yıkmak için elbirliğiyle attığımız adımlar, orta vadeli bir olumlu Türkiye hikayesi tasarlanmasını da imkansız kılmaktadır.
Ben aklımızı başımıza almamız gereken bir yol ayrımında olduğumuzu düşünüyorum. Bu sürecin yakın gelecekte de, orta vade de bir sonu yoktur. Türkiye’nin işini zorlaştıran unsurlardan biri de budur. Ama asıl zorluk içeridedir. Asıl zorluk, içinde bulunduğumuz ruh halidir. Bu derin hayal kırıklığı halidir. O hayal kırıklığı hali, Türkiye’yi bir nevi bir depresyona sokmuştur. İşte asıl ve bir an önce tedavi edilmesi gereken hadise buradadır. Neden?
Bakın etrafınıza: Dün olmuş bitmiş, bugüne, bugünün meselelerine bir faydası olmayan işleri konuşup duruyoruz. Ne o duble yolların bugüne bir faydası vardır, ne o musluklardan akan su hikayelerinin, ne de o bitmiş dönemin kenarda kalmış kirli çamaşırlarının. Ben size somut söyleyeyim: Bugün Türkiye’nin artık yeni bir hikayeye ihtiyacı vardır. Türkiye bir an önce yeni ve daha büyük hayaller kurmaya başlamalıdır. İçine düştüğümüz bu derin hayal kırıklığının getirdiği depresyondan bir an önce çıkmanın başka bir yolu yoktur.
Ne demiş atalarımız: Eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yağardı. Aynen.