Türkiye’nin gerçek büyüme oranı meçhul
2016 3. Çeyreğinde milli hasılanın yüzde 1.8 daralması çok büyük bir sürpriz değildi. Asıl sürpriz ise milli gelir hesaplamasında yapılan revizyonlar sonucunda 2009 sonrasındaki dönemde büyüme hızının önceki hesaplamalara göre çok daha yüksek olmasıydı. Bu “olağanüstü” netice ile ilgili pek çok yorum yapıldı. Ben de konuyla ilgili yazımda “eski seride bazı veri noksanlıkları olduğunu, bu nedenle de milli hasılamızın olduğundan daha düşük hesaplandığını kabul etsek bile, bu durum GSYH’nin seviyesini artırır ancak büyüme hızlarını bu ölçüde değiştirmez” şeklinde bir yorum yapmıştım.
Tekrar hatırlatmam gerekirse, eski seriyle 2011 başından 2016 2. çeyreğine kadar ortalama büyüme oranı yüzde 4.4 iken, yeni seriyle bu oran yüzde 6.8’e çıkmış durumda. Bu fark önceki seriye göre milli gelir artış hızında yüzde 55 gibi anormal bir artışa denk geliyor. Türkiye ile ilgili araştırmalarıyla bilinen Stockholm School of Economics’ten Eric Meyersson da bu konuya kafayı takanlardan biri.
Meyersson, blogunda yayınladığı çalışmasında 2004-2015 yıllarındaki milli gelir artışı ile genel olarak milli gelir artışlarını iyi tahmin ettiği bilinen bazı ekonomik değişkenler (proxy) arasındaki istatistiki ilişkileri araştırmış. Önce söz konusu dönemi 2004-2009 ve 2010-2015 olarak ikiye bölmüş. (Eski seriyle yeni seri arasındaki büyüme oranı farkı 2010 sonrasında çok belirginleşmekte.) Sonra da milli hasıla artışı oranları ile söz konusu değişkenleri bu 2 dönemde karşılaştırmış.
Milli gelir ile en yakın korelasyona sahip değişken sanayi üretimi verileridir. Örneğin 2006- 2016 yılları arasında bu verinin eski GSYH ile olan korelasyonu çok yüksektir. (R2=0.95). Ancak bu korelasyon yeni GSYH rakamları sonrasında 2010-2016 arasında tamamen ortadan kayboldu (R2=0.06). Meyersson ise ihtiyatlı davranarak yeni milli hasıla verileri ile birlikte üretim verileri metodolojisinde de revizyonlar olabileceği düşüncesiyle bu değişkeni (ki aslında yeni büyüme oranları ile en büyük çelişki içerisinde olan verilerden biri olmasına rağmen) analizinde dışarda bırakmayı tercih etmiş.
Meyersson’un kullandığı başlıca değişkenler enerji tüketimi, elektrik üretimi, banka kredileri, ve yapı ruhsatlarının yıllık artış oranları. Bu değişkenler 1981-2009 GSYH verileri ile regresyona tabi tutulduğunda bu dönemdeki milli gelir artış oranındaki değişimleri büyük ölçüde açıklamakta (R2=0.83). Keza, bulduğu katsayılarla 2004-2009 dönemini tahmin ettiğinde bulduğu ortalama büyüme oranı yüzde 4.31. TÜİK’in yeni serisine göre bu dönemdeki büyüme oranı da bu rakama çok yakın: yüzde 4.49.
Buraya kadar her şey güzel. Ancak Meyersson bulduğu katsayıları 2010-2015 yılları arasındaki verilerle çarptığı zaman son derece çarpıcı bir sonuçla karşılaşıyor: Bu dönemde “resmi” rakamlara göre Türkiye yüzde 7.35 gibi Çin dışında tüm gelişmekte olan ülkeleri kıskandıracak bir büyüme oranına ulaşmışken, Meyersson’un verileri bu dönemde ortalama reel büyüme oranının yüzde 0 (sıfır) olması gerektiğini gösteriyor! Son dönemdeki yüksek büyüme hızları ile çelişki gösteren bir başka veri de işsizlik oranı verisi. 2012-2015 arasında yıllık işsizlik oranı sırasıyla yüzde 8.4, 9.0, 9.9 ve 10.3 olarak gerçekleşti. (2016’da ise bu oran 10.9 civarında gerçekleşmiş olacak.) Görüldüğü gibi, yıl-be-yıl belirgin bir artış söz konusu. Halbuki, TÜİK verilerine göre 2012-2015 yılları arasında büyüme oranı yüzde 6.2 olmuştu. Eğer 6.2 bile işsizlik oranının artmasını engelleyemiyorsa, ne oranda büyümemiz gerekiyor, yüzde 10 mu?
Biz daha son 6 yıldaki büyüme oranımızı bile doğru tespit etmekte zorlanırken, bir de bazı ekonomi yorumcularının referandum sonucuna göre Türkiye’nin büyümesi ile ilgili ortaya attıkları iddialar var. Açıkçası “başkanlık sistemi”nin “per se” bir ülkenin ekonomik büyümesini artıracağını düşünmüyorum. Hatta, Dünya’da “başkanlık sistemi” ile yönetilen ülkelerin gerek kişi başına düşen GSYH’larının, gerekse de büyüme oranlarının ortalamada “parlamenter sistem”le yönetilenlere göre daha düşük seviyede olduğu bilinen bir gerçek. Hal böyle iken, bir takım mesnetsiz iddialarda bulunmak o yazıları yazanlara yakışmıyor doğrusu.
Şahsen, iste başkanlık, ister parlamenter sistem olsun, Türkiye’nin “gerçek” büyüme hızının önümüzdeki görünür zaman dilimi içerisinde eski dönemlere göre belirgin bir seviyede düşük kalacağını düşünüyorum. Bu görüşümü ileride daha somutlaştıracağım.