Türkiye’de en çok satan otomobil Volkswagen’dir. Nokta!

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ [email protected]

AB ülkelerinin Türk siyasetçilerin siyasi kampanyaları kapsamında ülkelerine gelmesini istemediğine dair ardı ardına açıklamaları diplomatik sınırların dışına çıkabilen tepkilere neden oluyor. Kim, ne kadar haklı? En büyük dış ticaret ortağımız olan Avrupa ile ekonomik ilişkilerimiz zedelenir mi? Bugünkü yazımızda geçtiğimiz hafta aklımıza takılan bu sorulara bakalım istedik…

Almanya, Hollanda, Avusturya Türk siyasilerin referandum mitingi için kendi ülkelerine gelmesini neden istemiyor?

Avrupa Birliği üyesi ülkeler, içlerine yerleşmiş ama girdikleri toplumla yeterince bütünleşmemiş, vatandaş ya da misafir farklı statüdeki insanların, ülkelerini başka ülkelerin siyasi mücadelelerinin yürütüldüğü bir alana dönüştürmesini istemiyor. Karşılarına bir yandan kamu düzeni ve güvenlik, diğer yandan yabancı düşmanı iç hareketlerden kaynaklanan siyaset sorunları çıkıyor. Türkiye’den bir ülkeye seyahat ederek, o ülkede yaşayan Türk vatandaşı veya çifte vatandaşlık sahibi ve dolayısıyla Türk seçimlerinde oy kullanma hakkı olan insanları etkilemeye çalışmak, hem o ülkeler açısından bir güvenlik sorunu olarak görülebiliyor, hem de kendi iç siyasi yarışmalarını da etkileyebilecek bir davranış olarak değerlendiriliyor. Avrupa’nın muhtelif ülkelerine başka ülkelerden gelerek yerleşmiş bir çok insan var. Göçmen gönderen ülkelerin siyasetçileri genellikle kampanyalarını kendi kökenlerinden gelen insanların bulunduğu ülkelere taşımıyor. Örneğin, Cezayir siyasetçileri Fransa’da, Faslı ve Endonezyalı siyasetçiler Hollanda’da kampanya yapmıyor. Dolayısıyla bizim siyasetçilerimizin yapmak istediklerinin iyi bir gelenek başlangıcı olmadığının düşünülmesini yadırgamamak lazım. Türkiye, bir bölümü bir süre sonra vatandaşlık alacak önemli sayıda Suriyeliye ev sahipliği yaparken, acaba Suriyeli siyasetçilerin (ki bakarsınız aralarında Esat bile olabilir) gelip İstanbul, Hatay ya da Adana’da seçim kampanyası yapmasını tabii karşılar mı? Bunun yanıtının kolay kolay evet olacağını zannetmiyorum. Kaldı ki, Bulgaristan’dan gelerek buradaki Bulgar vatandaşlığına da sahip Türk vatandaşları katında seçim kampanyası yapmak isteyen bazı Türk kökenli siyasetçilere ülkemize girme izni verilmediği biliniyor. Dolayısıyla, gerek Türkiye’nin yurtdışında siyasi kampanya yapma ısrarı, gerek Avrupa Birliği üyesi bazı ülkelerin daha önce sorun yapmamalarına rağmen bu sefer muhtelif mazeretler beyan ederek toplantılara izin vermemeleri samimiyetten uzak, iç siyasetle ilgili davranışlar olarak görülebilir.

Peki, Avrupa’nın tutumu demokrasi açısından yanlış ya da sorunlu olarak değerlendirilebilir mi?

Türk hükümeti bazı Batı ülkelerinin Türkiye’nin onaylamadığı kişilere kucak açmasını kendisine karşı bir komplo olarak değerlendiriyor. Batılı dostlarımızsa bunun kendi hukukları ve insan hakları çerçevesinde doğal olduğunu ileri sürüyor. Aslında iki tarafın da haklı ve haksız tarafları var. Bir ülke kendi vatandaşlarının yararlandığı haklardan kendisinde konuk olan başka ülke vatandaşlarını da yararlandırmakla mükellef mi? Bu sorunun yanıtı devletler hukukunda kesin olarak veril-miş olmamakla birlikte böyle bir mecburiyet bulunmamaktadır. Ama doğru olanı aynı ülkeden gelen yabancıları yararlandırdığı haklardan hepsini eşit biçimde yararlandırmasıdır. Buna karşılık, yabancı bir ülkenin Türk hükümeti mensuplarının o ülkede siyasi nitelikli kampanya yapmalarını engellemesi karşısında hükümetin diplomatik kuralların dışına taşan ifadelerle eleştiriler yapmağa yönelmesi, olayın bir uluslararası ilişkiler sorunundan ziyade Türkiye’nin iç siyasetini etkilemek için başvurulan bir yöntem olduğunu düşündürtmektedir. Çok yönlü ilişkileriniz olan bir ülkeye tarihindeki en utandığı döneme atıfta bulunarak hitap etmenin açıklanması o kadar kolay değil. Almanya ise, tepkisi sert olmakla birlikte, kendini diplomasi kuralları içerisinde ifade ediyor. Türkiye’nin tüm bu şikayetleri yaparken karşılaştığı önemli bir zaaf ise şikayete konu özgürlük sınırlamalarını, hatta daha kapsamlılarını, kendi içinde de devreye sokuyor olmasıdır ki, bu ülkemizin inandırıcılığını zayıflatmaktadır. Bunlara ek olarak, Avrupa ve Türkler arasında tarihten kaynaklanan rahatsızlık duyguları olabilir. Ancak, görünen odur ki, günümüzde ülkelerin iç politikaları dış politikalarını daha fazla etkiler duruma geldiğinden, tüm taraflar kamuoyunda yaygınlaşmaya başlayan duygulara hitap ederek, kendileri için siyasi kazanç sağlamaya çalışmaktadır.

Bu olanların en büyük dış ticaret ortağımız olan Avrupa ile ekonomik ilişkilerimize yansıması nasıl olur?

Rusya’yla olan siyasi gerilim ekonomik ilişkilerimize güçlü biçimde yansımıştı. Avrupa’da Rusya'da olduğu gibi aynı gün içinde vizeleri yeniden ihdas edecek, Türk tarım ve sanayi ürünlerinin ithaline yeni kayıtlar getirecek, Türk şirketlerinin Rusya bürolarını kapatacak, müteahhitlik hizmetlerini derhal tatil edecek bir mekanizma yok. Demokratik ülkeler bunu yapamaz. Diğer yandan bizim İsrail’le ilişkilerimizin en bozuk olduğu dönemlerde ticaretimiz artmaya devam etti. Piyasa ekonomileriyle olan ilişkilerimizde olumsuz siyasi gelişmeler peşinen olumsuz ticari sonuçlar doğurmuyor. Ancak bir ülke istikrarsız ve güvensiz olarak algılandığı zaman, sağlam dış sermaye akımları zayıfl amaya başlıyor, turistler ve hatta işadamları ülkeye gelmekten çekinir oluyorlar. Ancak günlük ticaret, özellikle kısa vadede, o kadar etkilenmiyor. Başka bir şey söylemeye gerek yok: Türkiye’de en çok satan otomobil markası Volkswagen’dir. Örneğin bir sektörde çocuk işçi çalıştırılması ticaret alanında iki ülke arasındaki siyasi ilişkilerden daha fazla etkili olabiliyor. Serbest piyasa ekonomisi kurallarına riayet etmeye devam edersek Avrupa’yla ticarette kapsamlı bir zayıflama beklenmemelidir. Asıl sorun revize etmek istediğimiz gümrük birliği anlaşması. Anlaşmanın içeriğinin genişletilerek listelere şu anda gümrük birliğine dahil olmayan ürünlerin eklenmesini ve AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı serbest ticaret anlaşmalarının geçerliliğinin Türkiye’ye de yaygınlaştırılmasını istiyoruz. Bu değişiklerin yapılması Türkiye açısından önemli. İlişkilerimiz çok zedelenirse bu tür değişiklikleri yapmakta güçlükler ortaya çıkacaktır. Bu sağlıklı değildir.

AB kendi içinde de sorunlar yaşarken, iktisadi ve siyasi ilişkilerin sağlıklı ilerleyebilmesi için ne yapmak gerekiyor?

AB Türkiye’yi artık uzun vadede bile üye olarak düşünemiyor. Ama çıkarların birleştiği alanlarda işbirliği yapma konusunda bir tereddüt ifade edilmiş değil. Diğer yandan AB’nin kendi içinde de giderek daha fazla hissedilmeye başlayan önemli farklılaşmalar var. AB ülkeleri ciddi meselelerde bir arada hareket etme kabiliyetine sahip olmayan bir görünüm veriyor. Bunların ışığında AB’nin eskisi kadar girilmesi vazgeçilmez olan bir birlik olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak yine de ortada para birimi, vizesiz seyahat sistemleri, gümrük birliği olan bir yapı var. Türkiye bu yapılara üye olan ülkelerle iş görmek mecburiyetindedir. AB’nin amaçlandığı kadar ileri gitmeyeceğinin belli olmuş olması, kimseyi AB sanki sona ermiş ya da şu anda bir değer ifade etmiyormuş gibi değerlendirmelere sevk etmemelidir. Bilhassa iktisat alanında bir AB vardır. Avrupa değerlerini savunan bir birlik olarak siyasi alanda da bir AB var. Gerçi bu birliğin kendi üyelerini disipline edememek gibi önemli bir zaafı da var. Macaristan ve Polonya hükümetleri kendi ülkelerini AB’nin benimsediği demokrasi anlayışından uzaklaştırırken AB buna karşı etkili bir yaptırım uygulamakta aciz kalıyor. Böyle olunca AB dışındaki ülkelere yapılan demokrasi telkinleri de giderek inandırıcılıktan uzaklaşıyor. Bütün bunlara rağmen, AB çökmüş veya etkisini yitirmiş değil, bunun unutulmaması lazım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019