Türkiye'nin en büyük sorunu
Bir ankette ülkemizin karşısındaki en büyük sorun nedir en diye sorsak, en sık verilen cevap ne olurdu? Daha önceki anketler de gösteriyor: Kürt sorunu listenin başına yerleşebilir. Ancak, her gün gazeteleri okuyorsanız, bir başka konunun önde olması gerektiğini göreceksiniz. Evet, ülkemizin bir numaralı sorunu adalet sorunudur. Türk devleti adalet dağıtmakta zorlanmakta, başarısız kalmaktadır. Bırakın sorunu gidermeyi, devletin henüz sorunları teşhis edebildiğinden emin değilim. Adaletin iyi dağıtılmadığı, hukuk devletinin giderek aşındığı bir ülkede ne demokrasi ne de piyasa ekonomisi sürdürülebilir.
Son haftadan örneklere bakalım. Otuz yıldır süren Dev-Genç davası meğer henüz bitmemişmiş. Artık yaşlı başlı bey olan sanıklar, mahkemede buluşup o günleri anmışlar. Tabii, tepelerinde bitmemiş bir mahkeme bir Demokles kılıcı gibi hala sallanıyor. Hrant Dink davasında mahkeme örgütlü suç mevcut olmadığına kanaat getirdi, Ogün Samast adındaki beş parasız "çocuğun" Trabzon'dan gelerek kendi aklı ve olanaklarıyla cinayeti işlediğine hükmetti. Mahkeme kararında bir sanık hakkında hüküm vermeyi unuttu. Mahkeme başkanı, iktidar, muhalefet, basın ve akla kim gelirse hepsi karardan vicdanen rahatsız olduklarını belirttiler. Bu arada, örgütlü suç yoksa, davaya bakan mahkemenin yetkili olup olmadığı da tartışıldı. Haftanın daha erken bir bölümünde bir mahkememiz eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ'un, Başkanlık tarafından hükümet aleyhtarı siteler kurulması nedeniyle yargılanması gerektiğine, suçun göreviyle ilgili olmadığı için de Yüce Divan'da değil ağır ceza mahkemesinde yargılanacağına karar verdi. Genel Kurmay Başkanı olmadan böyle bir suçun işlenemeyeceği nedense mahkememizin dikkatinden kaçtı.
Bu olay ve benzerlerini topluca değerlendirdiğimiz zaman, birkaç sorun hemen kendini belli ediyor. Çok önemli davalarda tabii mahkemenin hangisi olduğu konusu tam bir karmaşa. Mahkemeler kendi yetki alanlarını kendileri belirliyor. Savcılarımız ipuçlarından yola çıkarak büyük davalar inşa ediyorlar, maddi deliller iddianamelerini pek desteklemiyor ama davaları açıyorlar. Yargıçlarımız da tutuklama konularında cömert, savcılarımızı kırmıyorlar. Olan uzun süre hapiste istirahata zorlanan vatandaşlarımıza oluyor. Yargımız, üstüne vazife olduğundan emin değilim ama devleti korumak gibi bir sorumluluk da üstleniyor. Devlet görevlilerini yargılamak ise son derece güç, amirleri onları koruyor, mahkemeye göndermiyor. Yargının yavaş işlemesi de bütün bunların üzerine tuz biber ekiyor. AİHM vatandaşlarımızın başvurularını karara bağlayınca, yargımızın içinde bulunduğu durumun vehameti ortaya çıkıyor.
Yargının denetimi, ıslahı, yeniden eğitimi zorunlu. Yoksa adaletimiz "mülkün" temeli olmaktan uzaklaşıyor. Demokrasinin büyük nimeti insanların başlarına neyin gelebileceğini tahmin edebildikleri bir ortamda yaşamalarıdır. Bunun güvencesi hukuktur. Bu duygu kaybolursa, demokrasimizi koruyamayız. Sorun iktidarıyla muhalefetiyle hepimizin derdidir, uzun vadelidir. Çözümü için herkesin birlikte çaba göstermesi gereklidir. Bir numaralı sorunumuzu çözemezsek, sıra öbürlerine gelmez. Kendimizi istemediğimiz bir dünyada yaşamaya mahkum ederiz.