Türkiye'nin döviz durumu ve risklilik algılanması
Son günlerde TL'de belirgin bir değer kaybı yaşanınca bu hareketin devamlılık gösterip göstermeyeceği de sorgulanmaya başlandı. Özellikle, Türkiye'nin önümüzdeki dönemdeki döviz dengesinin durumu ve bu bağlamda ülkenin gelişmekte olan ülkeler camiası içerisinde göreceli riskliliği ile ilgili beklentiler de önem kazanmaya başladı. Şahsen, son çıkışların Türkiye'nin risk algılanmasındaki bir bozulmadan ziyade, gelişmekte olan ülkelerde son dönemde görülen yeni bir genel satış dalgasının biraz asenkronize bir yansıması olduğunu düşünüyorum. Zaten Türkiye'nin döviz dengesi ve risk faktörleri doğru ve objektif bir şekilde değerlendirildiğinde, kesinlikle en riskli gelişmekte olan ülkeler kategorisinde olmadığı da ortadadır. Burada doğru ve objektif değerlendirmenin bir kez daha altını çizmek gerekiyor çünkü, maalesef, gerek bizim bazı verileri yeteri derecede sarih bir şekilde ortaya koymamamızdan, gerekse de yabancı analistlerin tembelliğinden, bazı risk unsurları olduğundan daha fazla imiş gibi yansıtılmakta.
Geçtiğimiz hafta Economist dergisinde yayınlanan gelişmekte olan ülkelerle ilgili bir risk değerlendirmesi tablosu bu konuda iyi bir örnek teşkil ediyor. Bu tabloda, Türkiye 17 büyük gelişmekte olan ülke arasında en riskli 7. ülke olarak yer almakta (En az riskli ülke Çin, en riskli ülke ise Güney Afrika; Rusya, Arjantin, Venezüella ve Endonezya ise bizden daha az riskli görülüyor!). Tabloda 3 risk endikatörü yer alıyor: 2009 cari açık tahmini, kısa vadeli (vadesi gelen) borçların Merkez Bankası rezervlerine oranı ve bankaların kredi/mevduat rasyosu. Bu 3 endikatörün risk ölçümü için son derece yetersiz olduğu, ve bu parametrelere verilen ağırlıkların öznelliği gibi teknik konuları bir kenara bıraksak bile Türkiye ile ilgili somut verilerin dahi doğruyu yansıtmadığı görülüyor.
İlk veri olan cari denge tahmini olarak yüzde 2.3 açık öngörülmüş. Halbuki, dün gelen verilerde ocak ayı cari dengesinin 300 milyon dolara yakın fazla verdiği görüldü. Ocak ayı genelde döviz gelirlerinin az olduğu yüksek açık verilen bir aydır. (2008 Ocak açığı 4.2 milyar dolardı.) Son derece gerilemiş olan petrol ve emtia fiyatları, sanayie göre düşük bir payı olsa da tarım ürünleri ihracatında göreceli olarak iyi bir performans beklentisi ve turizmde (özellikle bizle kıyaslanan ülkelere karşı) net gelir kaybının da çok az olacağı tahminleri birleştirildiğinde, bu seneki cari açığımızın çok düşük seviyelerde (yüzde 1'in altı) gerçekleşeceği açık.
İkinci veri olan kısa vadeli borçların rezervlere oranı olarak yüzde 70 rakamı kullanılmış. Evet, gerçekten de resmi rakamlar böyle bir oranı işaret ediyor. Ancak, burada önemli olan vadesi gelen borçların çevrilme oranı. Söz konusu borçların büyük çoğunluğunun özel sektör borcu olması, bize 2 hafta önce BDDK Başkanı Sn. Bilgin'in Risk Yönetimi Zirvesi'nde yaptığı konuşmayı hatırlatıyor. Ne demişti Bilgin: "Diyoruz ki; reel sektörün yurtdışına borcu var
doğrudur, bu bir risk unsurudur doğrudur, ama burada en büyük dezavantajımız bunun ayrıntılarını bilmememiz ve bilgi azlığıdır. .... Eğer bu kredilerin karşılığında yurtdışında zamanında park etmiş servetler söz konusu ise çok rahat ederiz." Gerçekten de diğer gelişmekte olan ülkelerden oldukça farklı bir şekilde, Türkiye'nin özel sektör borçlarının önemli bir kısmının teminatı borçluların kendi parası. Yani, vadesi geldiğinde çevirme problemi aslında pek yok. Örneğin ocak ayında bankacılık dışı özel sektör borç ödemeleri 3.8 milyar dolar olarak tahmin edilirken net ödeme sadece 420 milyon dolar oldu. Gerisi bir şekilde çevrildi! Bu sıkışık piyasalarda Türk özel sektörüne kim 3.4 milyar dolara yakın para verdi acaba? Böyle bakıldığında bu sene vadesi gelen gerçek borçların MB rezervlerine oranının yüzde 30'ların altında olduğunu varsaymak yanlış değil.
Çalışmadaki son risk endikatörü bankaların toplam kredilerinin toplam mevduatlarına oranı. Buradaki mantık, bu rasyonun yüzde 100'ün üzerinde olmasının bankacılık kesiminin yabancı kaynaklara bağımlılığının yüksekliğini ve dolayısıyla küresel kredi daralması ortamında ne kadar risk altında kalabileceğini göstermesi. Türkiye bu rasyoda yüzde 83 ile göreceli olarak daha az riskli bir kategoride.
Sonuçta, ilk iki endikatör bahsettiğim şekilde bir düzeltmeye tabi tutulursa, Türkiye'nin hak ettiği bir şekilde Rusya, Arjantin, Venezüella ve Endonezya'dan daha az riskli bir konumda olduğu ortaya çıkıyor.
Uzun lafın kısası, önümüzdeki dönemde Türkiye'nin genel riskliliğine ve döviz dengesi durumuna baktığımda, TL'nin alıp başını gitme gibi bir risk altında olduğunu düşünmüyorum. Şüphesiz ki TL'ye zaman zaman spekülatif ataklar da gelecektir. Ancak, MB soğukkanlılığını koruduğu sürece ciddi bir çözülme olmaz. Öte yandan, gerek dövizdeki son hareketliliğin, gerekse de tahvil faizlerinde görülen direncin Merkez Bankası'nı faiz indirimlerinde erken bir sonlandırmaya mecbur bıraktığı da çok açık.