Türkiye'nin Ar-Ge anatomisi

Taylan ERTEN
Taylan ERTEN ANKARA'dan [email protected]

 

 

Araştırma- geliştirme-yenilik… Bunlar rekabet ekonomileri çağının "sıcak füzyonlu" bileşimi. Anlam düzeyinde her biri ayrı fakat hepsi birden aynı karaktere sahip kavramlar. Araştırmadan geliştirmek, geliştirmeden yenilik üretmek mümkün değil.
Rekabet ekonomileri çağının bu gerçeği, Türkiye'de kavramsal olarak zihinlere gireli epey oluyor; ama uygulamada  "sahaya" yansıması 1990'lı yılların sonlarına doğru. 2000'li yıllar ise özellikle imalat sanayinde artık elle tutulabilir Ar-Ge yapılanmalarına tekabül ediyor.

Bu alandaki gelişmeleri, kamu veya özel, çeşitli kurum ve kuruluşların belgelerinde okumak, izlemek mümkün. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)'nun son 2 ay içinde yayımladığı 2011 yılını kapsayan iki ayrı çalışmayı örnek gösterebilirim.
Küçük ve Orta Büyüklükteki Girişim İstatistikleri ile Araştırma-Geliştirme Faaliyetleri Araştırması'nın bileşimi bir yönüyle Türkiye'nin Ar-Ge anatomisini diğer yönüyle varılan aşamayı, durulan yeri anlamamızı sağlıyor.

Küçükler büyüklere rağmen

Girişim istatistiklerinde iki önemli bilgi var: Bir, küçük ve orta ölçekli işletmeler Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerinde dikkate değer mesafe almış görünüyor. İki, küçük ve orta ölçekli işletmeler bu "başarımı" büyüklere rağmen gösteriyor!

Çünkü "büyüklere rağmen" demek; Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerine ilişkin özendirme ve destek mekanizmaları, büyük işletmelerin ekonomik güç, imkân ve kabiliyetlerine göre tasarlanmış, demek. Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı'nın veb sitesindeki bilgi notu kanıttır:

"5746 Sayılı Ar-Ge Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun kapsamında ülkemizde faaliyet gösteren özel sektörün Ar-Ge altyapısını oluşturmuş, çok sayıda Ar-Ge personeli çalıştıran ve GSYİH'daki Ar-Ge payına katkıda bulunan büyük işletmelerin bu çalışmalarını daha da geliştirmelerine ve kendi teknolojilerini üretmelerine imkân sağlanmıştır."

Türkçesi bozuk, cümlesi düşük bu anlatımdan çıkan "düzgün" sonuç, 5746 Sayılı Kanun ve buna bağlı teşvik mekanizmalarının, ekonomideki oransal ağırlığı yüzde 0,1'e düşen büyük şirketleri, işletmeleri kolladığı, yüzde 99,9 ağırlığa erişen küçük ve ortaları ise zorladığıdır. Her şey bir tarafa, kanuna göre, Ar-Ge merkezi kurmanın şartlarından biri "en az 50" araştırma personeli istihdam etmek. Hangi KOBİ tek başına bu yükü kaldırabilir?

Soldaki sıfırdan kurtulmadan            

Ar-Ge faaliyetleri araştırmasında da dikkati çeken iki bilgi var: Bir, Türkiye'nin genel Ar-Ge altyapısında istihdam edilen araştırmacı sayısı artıyor. Bu iyi haber. İki, Türkiye'nin toplam Ar-Ge harcaması yüzde sıfırlı oranları bir türlü aşamıyor. Bu da kötü haber!

TÜİK'nin söz konusu araştırmasına göre, 2011 yılı itibarıyla kamu ve özel sektörde istihdam edilen tam zaman eşdeğeri cinsinden Ar-Ge personeli sayısı yüzde 13,5 oranında artmış bulunuyor. Buna karşılık, aynı yıl toplam Ar-Ge harcamalarının GSYİH içindeki payı yüzde 0,86. Bir önceki yıl yüzde 0,84 imiş!

Düşünün, bu oranlar kamu kuruluşları, vakıf üniversiteleri ve "ticari sektör" başlığı altında toplanan özel sektör şirket veya işletmelerin toplam Ar-Ge harcamalarını ifade ediyor. Özel sektör Ar-Ge harcamalarının finansmanında yaklaşık yüzde 46 payla ilk sırada. En fazla harcama ise üniversitelerde. Şimdi sonuç:

Türkiye, yıllardır yüzde 1'in üstüne çıkarılamayan Ar-Ge/GSYİH oranı ile bulunduğu yerden ileriye gidemez. Soldaki sıfırdan mutlaka kurtarılması gerekir! Bir de, Ar-Ge mevzuatında KOBİ'leri zora sokan, caydıran engellerin temizlenmesi şart. İşe, şu "en az 50 tam zaman eşdeğeri personel" mecburiyetinden başlanabilir. Yoksa, yılda yüzde 1 in altıyla buraya kadar!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Atilla Karaosmanoğlu 13 Kasım 2013