Türkiye'nin AB'ye üye olmamasının AB'ye maliyeti bir hayl
Açık Toplum Vakfı tarafından hazırlanan "The Cost of No EU - Turkey: Four Views" başlıklı çalışma Türkiye'nin AB'ye üye olmamasının fırsat maliyetine yönelik bir fikir egzersizi niteliğinde.
Çalışma, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği konusunda Türkiye'deki ve Avrupa'daki siyasi kararlılığın eriyip gittiği bir dönemde, Türkiye'nin üyeliğinin ilgili bütün taraflar için yararlarını hatırlamak açısından önem taşıyor. Çalışma kapsamında "entelektüel cesaretleri" ile ön plana çıkan dört isim Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olmamasının fırsat maliyetlerini değerlendiriyor.
Avrupa Birliği'nin Türkiye eski Büyükelçisi Michael Lake'in önsözüne yer verilen çalışmada, görüşleri alınan isimler İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt; Deutsche Bank'ın Baş Ekonomisti Norbert Walter, Yunan PASOK Partisi'nin Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Paulina Lampsa ve Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Hakan Yılmaz.
Türkiye, ABD'den sonra AB'nin en önemli ikinci stratejik ortağı
Temmuz ayında AB Dönem Başkanlığı'nı devralacak olan İsveç'in Dışişleri Bakanı Carl Bildt, AB'nin açık bir karaktere ve dünyanın iyi yönde gelişimi için önemli bir güce sahip olduğunu söylerken, "AB'nin Türkiye'ye sırtını dönmesi bu gücün iyiye kullanılmasını engellemiş olur var" diyor.
Türkiye'nin daha şimdiden Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra Avrupa Birliği'nin ikinci en önemli stratejik ortağı olduğunu savunan Bildt, Avrupa'nın doğusunu gösteren kalın çizgiler çizilmiş haritaların tehlikelerine de değiniyor: "Türkiye'nin eninde sonunda AB üyesi olması konusunda, ahlaki taahhüdümüz kadar, son derece ciddi stratejik çıkarlarımız da bulunuyor."
Bildt aynı zamanda, Türkiye'nin üyeliği konusundaki kararın, Avrupa Birliği'nin başka ülkelerle işbirliğine gerçekten açık, dünyaya esin kaynağı olmak isteyen ve yumuşak güce sahip bir Birlik mi olacağı, yoksa içine kapanık bir Birlik mi olacağı sorusuna verilecek cevaba bağlı olduğu tespitini de yapıyor.
AB'yi müzeye dönüştürmenin bedelini kaldıramayız
Deutsche Bank Baş Ekonomisti Norbert Walter ise Türklerin yeniden Viyana kapılarına dayanacağından ve Batı'nın düşüşe geçeceğinden korkan muhafazakar sabit fikirlilerin kendilerini Batı uygarlığını kurtaracak son savaşçılar zannettiğini söylüyor.
Walter, "Etrafımızdaki dünya her zamankinden daha da hızlı dönerken, fiyatı ne olursa olsun statükoyu korumanın ve Avrupa'yı bir müzeye dönüştürmenin bedelini kaldıramayız. Bize düşen, daha ziyade önümüze çıkan tarihi bir fırsatın, AB'yi daha büyük bir siyasi ve iktisadi güçle donatma, yeni pazarlar açıp yeni müttefikler edinme, AB'ye taze bir kan getirme ve bunu sürdürme fırsatının sunduğu potansiyel meydan okumaları değerlendirip, muhtemelen kabul etmektir" yorumlarından bulunuyor.
"Ahde vefa" ilkesinin Avrupa kültürünün bir parçası olduğunu da hatırlatan Walter, "Fransa'nın, tam üyeliğe sebebiyet verecekleri gerekçesiyle çeşitli fasılların açılmasını engelleme kararının, en köklü uluslararası davranış kurallarına ters düştüğünü" belirtiyor.
Kazan-kazan senaryosu için tek yol Türkiye'nin üyeliği
Türkiye AB ilişkilerine, Türkiye Yunanistan ilişkileri ve Kıbrıs sorunu çerçevesinden bakarak Türkiye'nin üyeliği için istikrarlı bir Doğu Akdeniz politikası önerisinde bulunan Yunan PASOK Partisi'nin Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Paulina Lampsa, Yunanistan ve Kıbrıs açısından, yüzünü Avrupa'dan çevirmiş bir Türkiye'nin, ne yapacağı kestirilemez ve tehlikeli bir komşu olacağına dikkat çekiyor. "Yunanistan, Kıbrıs ve AB'yi bir kazan-kazan senaryosuna götürebilecek tek yol, istikrarlı ve güvenli bir Doğu Akdeniz bölgesi için yeni bir stratejik vizyon taahhüdünden geçiyor" diyor Lampsa.
Yorgo Papandreu'nun Yunan siyasi kültürünü ve Türkiye'ye yönelik düşmanlık duygularını değiştirmek için çok çalışmak zorunda kaldığını anlatan Lampsa, Karamanlis hükümetinin tutuk ve geleneksel tavrını eleştiriyor. Lampsa aynı zamanda, Türk-Yunan ilişkilerini ve Kıbrıs sorununu kullanarak genişleme sürecini baltalamaya hazır AB hükümetleri olduğuna da dikkat çekiyor.
Bir iki siyasi liderin geçersiz kılamayacağı dinamik bir süreç
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Hakan Yılmaz ise "Avrupa kültürü, tamamlanıp bitmiş değil, hâlâ inşa sürecinde olan bir yapı. Dolayısıyla Türk kültürü de sona ermiş, tamam olmuş bir binaya taşınmak isteyen bir yabancı gibi değil, halen devam etmekte olan bir inşaata, onun çimentosunun karışımı, mimarisi, dekorasyonu ve sakinleri gibi konularda kendi fikirlerini ileri sürecek bir komşu gibi görülmelidir" benzetmesini yapıyor.
"Bu nedenle, hem Avrupalılar'ın, hem de Türkler'in Avrupa kültürüne ve Türk kültürünün onun içindeki yerine ait görüşleri kanıtlanmış olgular olarak değil, öznel "anlatılar" olarak değerlendirilmeli" diyen Yılmaz, Avrupa kültürünün değişken ve dinamik bir kurgu olduğunu ifade ediyor. Avrupa'nın "Avrupa nerede başlayıp nerede biter?" ve "Avrupalı kimdir?" gibi temel sorulara verilen cevapların birbiriyle yarıştığı bir arena olarak kabul edilmesi gerektiğini ifade eden Yılmaz, "Türkiye'nin Avrupa kültürüne katkısı bu bakışla yola çıkmalı ve bu arenaya farklı anlatılarla girmeli, bu kurgunun oluşumuna kendine ait, kendi özgün anlatılarıyla katılmalıdır. Bu, bir iki siyasi liderin geçersiz kılamayacağı ya da yasaklayamayacağı kadar büyük ve dinamik bir süreçtir" diyor.
Euractiv Avrupa tartışmaları yarışması
AB konusunda bağımsız yayın yapan Euractiv uluslararası haber portalı, ulusal ya da yerel başarıya ulaşmış, diğer Avrupa ülkelerinde de uygulanabilir fikir ve projeler için "Euractiv Ulusal Ölçekli Avrupa Tartışması" yarışmasını Türkiye'de başlatıyor.
Avrupa gündemindeki konu veya girişimleri ulusal düzeyde tartışan, teşvik eden, sorgulayan siyasetçi, eğitimci, sanatçı, gazeteci, eğlence sektörü çalışanları ve iş adamlarının yanı sıra sivil toplum örgütleri, kültür kuruluşları, şirketler, belediye veya bölgesel birimler de yarışmaya aday olabiliyor.
EurActiv Başkanı Christoph