Türkiye vakit kaybetmeye devam ediyor
Geçen senenin son çeyreğindeki yüzde 5.7 büyümeden sonra, son gelen üretim rakamları da bu senenin ilk çeyreğinde büyümenin yüzde 4.5 civarında gerçekleşeceğine işaret etmekte. Ancak ne geçen seneye ilişkin, ne de bu sene gelen üretim ve büyüme rakamlarına aldanmayalım. Aldanmayalım derken bu rakamlar şaibelidir, doğru değildir demek istemiyorum. İstatistiksel olarak rakamlar olabildiğince doğru olabilir. (“Olabildiğince” diyorum çünkü en gelişmiş ekonomilerde bile milli gelir hesaplamaları her zaman tartışmalıdır.) Demek istediğim, bu göreceli olarak iyi gözüken rakamlar aslında Türkiye’nin “sürdürülebilir” büyüme patikasından uzaklaştığını görmemizi engelliyor, başka bir şey değil.
Bir ekonominin (hele bizim gibi genç ve dinamik bir nüfusa sahip orta gelir seviyesindeki bir ekonominin) büyümesi, gelecek nesillere daha iyi imkanlar sağlayabilmesi için mutlaka sermaye yatırımlarına ağırlık vermesi gerekir. Bu yatırımlar tercih sırasıyla yerli özel sektör, kamu ve yabancı özel sektör, veya bunların bir bileşkesi olabilir. (Yatırım olarak tek tercih edilmeyecek olan yabancı bir devlet şirketinin Türkiye’de yatırım yapması olabilir. Bunun “sömürge” olmaktan pek farkı olmaz. Şimdilerde Çin devletinin bazı fakir Afrika ülkelerinde yaptıkları yatırımları bu kategoriden sayabiliriz..)
Türkiye ekonomisinde toplam sabit sermaye yatırımları bugünlerde milli gelirin yüzde 20.4’ü seviyesinde. Bu rakam küresel kriz öncesinde 2006 yılında yüzde 22.3’tü. Bu da yetersiz bir oran olmakla birlikte bugünden gene de daha iyi. Çok fazla uluslararası örnek vermeye gerek yok. Son 30 yılda orta gelir tuzağından kurtulup zenginler ligine geçmiş tek bir ülkeden örnek versem yeterli olur herhalde: Güney Kore’nin sermaye yatırımlarının son 30 yıl ortalaması yüzde 30.8 ve 2014 rakamı ise yüzde 29.1!
Yerlisi olsun, yabancısı olsun, yatırımcılar yatırım yapabilmek için her şeyden önce önünü görmek isterler. Reel sektöre yapılacak yatırımların geri dönüşüm süresi ortalamada 10 yılın altında değildir. Maalesef bugünlerde değil 10 yılı, ertesi günü görmek bile oldukça zorlaşmış vaziyette. Başbakan’ın görevi bırakmasından sonra tartışmalar (ve maalesef icraattekilerin emeği ve mesaisi de) artık iyice “başkanlık sistemi” üzerine yoğunlaşmış durumda. Sadece vakit kaybediyoruz çünkü Türkiye’nin problemlerinin ne sebebi bugünkü rejim yapısı, ne de çözümü “başkanlık sistemi”. Aksine, çok açık bir şekilde Türkiye gibi bir coğrafyada “başkanlık sistemi” uygulaması liberal demokratik ilkelerden (daha da) taviz vermeyi gerektirecektir. Bu ise, salt iktisadi bir bakış açısıyla, hür teşebbüsü zedeleyen, yaratıcı yeteneklerin yetişmesini törpüleyen ve merkeze tutsak (captive) olmuş bir iş dünyası yapılanmasına yol açan bir ortam anlamına gelir.
Buradan başka ama biraz da ilintili bir konuya geçeyim. “The Economist” dergisi bu hafta “kayırmacı kapitalizm (crony capitalism) endeksi” adı altında bünyesinde yapmış olduğu bir çalışmaya yer vermiş. İçlerinde Türkiye’nin de olduğu 22 ülke bu endekse dahil edilmiş durumda. Forbes dergisinin en zenginler listesindeki işadamlarından kayırmacılık ilişkisinin oldukça kuvvetli olduğu gözlemlenen sektörlerde faaliyet gösterenlerin toplam servetlerinin ülkelerinin milli hasılasına bölünmesiyle bulunan bir endeks. Söz konusu sektörler kumarhanecilik, doğal kaynak işletmeciliği, savunma sanayi, bankacılık, kamu müteahhitliği, petrol ve enerji, limanlar, gayri menkul ve inşaat, madencilik, amme hizmetleri (su-elektrik) ve telekom. Bu sektörlerin seçiminde rant elde etmeye yönelik kartelleşme, tekelleşme ve lobi faaliyetlerinin yoğunluğu dikkate alınmış. Açıkçası yöntem için kusursuz denemez. Ancak bir ekonomideki devlet kayırmacılığının düzeyi hakkında gene de iyi bir fikir verebilir.
2014 sıralamasında kayırmacılıkta 12. olan Türkiye 2016’da 8.liğe yükselmiş! Bizim üstümüzdeki 7 ekonominin hiçbiri gıpta edilecek ekonomiler değil tabii. (Birinci sırada Rusya var.) The Economist’in diğer bir bulgusu da son senelerde gelişmekte olan ülkelerde kayırılan kapitalistlerin milli gelire oranında belirgin bir azalma olması. (Emtia ve petrol fiyatlarında görülen düşüşün de bunda payı var.) Türkiye için ise aynı durum geçerli değil. 2014’te milli gelirin yüzde 2.87’si kadar serveti olan kayırılan kapitalistlerin serveti 2016’da yüzde 3.42’ye yükselmiş.