Türkiye-Suriye ilişkileri: (I) Ben sana mecburum
• "Yakınlık silkesi" rekabet gücü yaratılmasında, o gücün korunmasında uzun soluklu kılınmasında en önemli ilke. Küresel erişebilirlik ne denli artarsa artsın, birbirine yakın olanların işbirliği önemli üstünlükler sağlıyor.
•Türkiye-Suriye arasında ekonomik ilişkileri Doğu Akdeniz Havzası'nın rekabet gücü bağlamında değerlendirmeliyiz. "Altın hilal"in yükselmesi hep havzanın birlikte hareket ettiği dönemlerde olmuştur.
Dünyamız "ulaşabilirlik" ve "erişebilirlik" olanaklarının alabildiğine arttığı bir dönemi yaşıyor.
Sınırları olmayan, çitleri ve çeperleri yıkılan; özellikle de "zihni kelepçelerin kırıldığı" bu yeni dünyada, "ortak coğrafyalarda" yaşayan insanların kaderleri birbirine bağlanıyor.
Birlikte yaratılan "ortak kültürler" işbirliğinin arkasındaki itici güç haline getirildiğinde zenginlikler artıyor; insanların barışı, huzuru yaygınlaşıyor; refah düzeyleri yükseliyor. Tersine çekiştikleri ve çatıştıkları zaman "kaybediliyor."
Türkiye-Suriye ilişkilerinin sağlam temeller üzerine oturtulabilmesi için duygulardan, önyargılardan ve saptırılmış güdülerden arınmış "tarih bilinci", tutarlı "ekonomi bilinci" ve evrensel "hukuk bilinci" gerekiyor. Ancak böylesine bir bilinç düzeyi, ortak yararları üreten "karşılıklı-bağımlılık ilişkilerini" inşa edebiliyor.
Suriye'de üç gün süren inceleme gözesinde edindiğim izlenim bana şunu söyletiyor: Türkiye-Suriye ilişkilerini tek bir cümle ile açıklamam gerekse, "…ben sana mecburum" diyen şairin dizelerini kullanırım.
Türkiye-Suriye ilişkilerinde karşılıklı "mecburiyet" yaratan somut eğilimler var. Bu eğilimlerden ilki, küreselleşme sürecinin yarattığı açık sınırlar, kolay seyahat, kolay göç, kolay iletişim, bilgiye erişebilirlikteki olağanüstü fırsat eşitliğinin yarattığı olanaklar.
Bugünün dünyası "yerel kaynaklardan bağımsız" bir üretim olgusuna tanık oluyor. Bilindiği klasik sanayileşme döneminde "karşılaştırmalı üstünlük" değer tekeli yaratabilen kaynakları temel alıyordu. Enformasyon-odaklı, küresel ve ağ kurumuna dayalı yeni ekonominin temel özelliği, üretimin, kaynaklardan bağımsız olarak bütün ülkelere yaygınlaşmış olmasıdır.
"Üretimde homojenleşme" bilimsel ve teknik gelişmelerin yarattığı ve bizlere dayattığı yeni bir düzendir. Bu yeni düzende "verimlilik savaşı" hiçbir şahın, sultanın, kralın, derebeyinin, mandarinin insanlar üzerine kuramadığı baskıyı kurabilmektedir. Böylesi bir gelişme odağından bakıldığında, ülkeler arasındaki ilişkileri, "üretim-verimliliğini artıran" bir omurga üzerine inşa etmeyi zorluyor.
"Yakınlık ilkesi" temel belirleyici
"Yakınlık ilkesi", ulaşabilirlikteki çok etkin gelişmelere karşın "rekabet üstünlüğü yaratmanın" temel ilkesi olma özelliğini koruyor. Hızlı üretim ve müşteriye hızlı erişebilirlik; hepsinden önemlisi müşteri ile "interaktif ilişki" pazardaki varlığı korumanın ve geliştirmenin gerek şartı olma özelliğini sürdürüyor.
Geçmiş dönemlerde "iktidarlar" kendi güçlerini koruma ve iktidarlarını sürdürmede "yapay düşman yaratma" taktiğinden sıkça yararlanıyordu. "iç iktidarları" İletişim araçları üzerine kurulabilen "tekeller" nedeniyle kitleler, çoğu kez gerçekçi olmayan bilgilerle güdümlendiriliyordu. Bugün, iletişimdeki erişebilirlik olanaklarının artması, iktidarını korumak için yapay düşmanlıklar yaratanları ve gerçeği saklamak için kullandıkları "kutsal şalları" devreye sokanları kısa zamanda açığa çıkarıyor. "Yalancının mumu, yatsıya kadar bile yanamıyor." Bu temel eğilim, özellikle yakın komşular arasındaki gereksiz sürtüşmeleri hızla tasfiye ediyor; daha sağlıklı ilişkiler kurulabiliyor.
Çok değişik kaynaklardan beslenen "kültürel önyargılar", "kalıp düşünceler" ve "yerleşik doğrular" da geçmiş dönemlerde toplumlar arasında çatışmalara kaynaklık ediyordu. Bugün toplumlar arasında yüz yüze birincil ilişkiler öne çıkıyor. Bu ikincil sözel kültür aşamasında, önyargılar kırılıyor; bireylerin ve toplumların geçmişleriyle yüzleşiyor, yapay ve köksüz söylemler değişiyor; insanlar ezberlerini bozabiliyor. Komşular arasındaki gereksiz çatışmalar, bu yeni eğilim karşısında direnemiyor; sahayı terk etmek zorunda kalıyor.
Daha önceki dönemlerden farklı olarak bugün, uluslar arası pazarlarda rekabet edebilmek için ilçe, il, bölge ve ülke bazında öncelikler yerine "havza bazında işbölümü" öne çıkıyor. Havza bazında etkin işbirlikleri yapanlar "rekabet üstünlüğü" yaratıyor.
Bütün bu gelişmeleri Türkiye-Suriye ilişkileri odağından ele aldığımızda, çok ciddi potansiyellerin bulunduğu sonucuna ulaşabiliyoruz.
İşbirliğini nesnel gelişmelere dayanmalı
Ulaşmamız gereken sonuçlardan biri şu: Enformasyon-odaklı, küresel ve ağ kurumuna dayalı yeni ekonomide zenginlik üreterek insanlarımızın yaşamını kolaylaştırmak istiyorsak; Türkiye-Suriye ilişkilerini dünya genelindeki eğilimlerin yarattığı yeni potansiyelleri üzerinde inşa etmeliyiz.
Birincisi, çok uzun ortak sınıra sahip olan; coğrafi konun olarak da "altın hilal"in içerisinde yer alan Mersin-Urfa eksenindeki Doğu Akdeniz Havzası'nın ekonomik sınırlarını genişleterek; havza algılamasını Mersin-Urfa-Halep-Humus bağlamında ele almalıyız. Havzanın ulaşım altyapısını, karayolu, demiryolu, havayolu ve limanlarıyla birlikte ele alınmalı.
İkincisi, Türkiye-Suriye ekonomik ilişkilerini "yakınlık ilkesinin" yaratacağı "lojistik avantajı" bağlamında yeniden düşünmeliyiz. Doğu Akdeniz Havzasında girişimleri, her iki ülke insanın yararlarını artıracak bir yaklaşımla ele almalı. Bu açıdan ikili anlaşmalarla, fiziki geçişleri hızlandıracak, gereksiz zaman kayıplarını minimize edecek fiziki ve zihni algılamalar hızlı bir biçimde hayata taşımalı.
Üçüncüsü, Doğu Akdeniz Havzası'nda mal ve hizmet üretiminde verimliliği artıracak olan "sinerjik kümelenme" olanakları üzerinde "ortak araştırmalar" yapmalı; bu araştırmalarda ortaya çıkacak "potansiyellere" nasıl ulaşacağımıza ilişkin "yol haritaları" üzerinde uzlaşmalı ve anlaşmalıyız.
Dördüncüsü, bölge insanlarının "ortak yararlarını" artıracak üretim tesislerinin oluşumunda "kritik önemde" olmayan yatırımlarda "yatırım öncelikleri" konusunda bir plan üzerinde ortak irade ortaya koymalıyız. Havzada gereksiz kapasite yaratan, insan ve sermaye kaynağında israfa yol açan yatırımlardan sakınmalıyız.
Beşincisi, iki ülke arasında, bugün oluşan "olumlu ilişkileri" çok uzun soluklu kılabilmek için ortak "mal ve hizmet yatırımlarını" yaygınlaştırmalı ve derinleştirmeliyiz.
Altıncısı, komşularla olan alışverişi, uzak bölgelerle yapılan alış-verişin önüne çıkarmalıyız. Onlarca örneğinden biliyoruz ki, yakın bölgeler arasındaki işbirliklerinin yarattığı "verimlilik", bu işbirliğini gerçekleştiren toplumların zenginleşmesinde çok önemli etkiler yaratıyor.
Türkiye ve Suriye'de yaşayan insanların birinci derecedeki önceliği refahın arttırılması ve yayılmasıdır. Bu açıdan bakıldığında küreselleşme süreci her iki ülkenin siyasi güçlerini de ekonomik güçlerini de "işbirliği yapmaya" zorluyor. Bu "objektif işbirliği alanlarını" öne çıkarabilirsek çok etkin adımlar atabiliriz.
Türkiye-Suriye ilişkilerini sağlam bir temel üzerine inşa ederek, uzun soluklu bir gelişme eksenine oturtabilmemiz için ortak değerlerlerimizi belirlemeli, ortak irademizi ortaya koymalı, ortak yararlarımızı saptamalı, ortak projeler üretmeli ve ortak kurumlar yaratmalıyız.
Yarın: Türkiye-Suriye ilişkileri: Akılcı düzenlemelere dayanmalı