Türkiye piyasaları dalgalanmaları absorbe edecek kabiliyette

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

Bilgehan KURU

Son yıllarda gelişmekte olan ülkeler genelinde, belirgin olarak Türkiye özelinde bir krizin çığırtkanlığı yapılıyor. Fakat küresel piyasa koşulları doğru okunacak olursa, durum, ‘çığırtkanlık’ yapıldığı kadar olumsuz değil.

Öncelikle Türkiye açısından global havaya bakacak olursak, Avrupa’da işler görece daha iyi seyrediyor. ABD’de büyüme ve istihdam, dalgalanmalara karşın olumlu bir grafik çiziyor. Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed), faiz artırımı ve bilanço daraltılmasında ölçülü davranacağına ilişkin beklentiler ise oldukça güçlü. Sadece bu 3 faktör bile aslında gelişmekte olan ülkelerin, küresel büyümenin motoru olmaya devam edeceğini ve daralmakta olsa da küresel fonların bu ülkelere akmaya devam edeceğini işaret ediyor.

Çok değil sadece birkaç gün önce IMF, Türkiye için açıkladığı büyüme tahminini yüzde 2.5’li seviyelerden yüzde 5’li seviyelerin üzerine revize etti.

Döviz, hisse senedi ve bono/tahvil piyasalarında zaman zaman içeriden ve/veya dışarıdan haber akışı kaynaklı dalgalanmalar görülür. Son birkaç gündür benzer bir durumla daha karşı karşıya kaldık.

Ancak Türkiye ekonomisinin ve piyasalarımızın bu türden dalgalanmaları absorbe edebilecek kabiliyette olduğu genel kabul gören bir tespittir. TL cinsinden varlıklara teveccüh gösteren yabancı yatırımcıların bu piyasalara her giriş ve çıkışı sırasında, özellikle de döviz piyasalarında önemli dalgalanmalarla karşılaşıyoruz. Özellikle TL varlıklardan çıkışlarda, dalga boyu daha yüksek oluyor. Güçlü makro dengelerimizin yanı sıra, bankacılık sektörünün döviz likiditesi, bu ve benzeri dalgalanmalara ne kadar dayanıklı olduğunu geçmişte pek çok defa gösterdi.

Bu gibi durumlarda yazılı ve görsel medyada, sadece Türkiye değil, bizim dışımızda Hindistan, Endonezya, Güney Afrika ve Brezilya’nın da birlikte tarif edildiği ‘kırılgan beşli’ konusunun temcit pilavı gibi ısıtılması artık sıradan bir davranış oldu. Evet; ülke olarak iyileşse de finanse etmek durumunda olduğumuz bir cari açığımızın olduğu bir gerçek. Evet; bu açığı azaltmanın en önemli çözümü tasarruf açığımızı azaltmak. Ama bu değerlendirmeler yapılırken gözden kaçırılmaması gereken önemli bir noktayı da hatırlatmadan geçemeyeceğim. Türkiye’nin cari açığı da geçmiş ile karşılaştırıldığında belirgin bir iyileşme gösteriyor. Hatta son dönemlerde, ekonominin cari açık artmadan da büyüme kabiliyeti gösterebildiği gözleniyor ki bu oldukça önemli bir gelişmedir. Tasarruf açığının daraltılması, tasarrufların vadesinin görece uzatılması, para ve sermaye piyasa araçlarının da kullanılarak tasarrufun özendirilmesi, Türkiye’nin öncelikli ajandası olmalı.

Sıkça ve haksızca gündeme getirilen bir diğer konu da ülkemizde mali disiplinden ödün verildiği konusudur. Bütçe açığının milli gelire oranının en fazla yüzde 2’ye tırmanacağı göz önüne alındığında, bir bardak suda fırtına kopartıldığı rahatlıkla söylenebilir. Kaldı ki kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 30’un altında seyrediyor.

Bir başka moda gündem konusu da özel sektörün döviz borcu meselesidir. Yaklaşık 200 milyar dolar dolayındaki özel sektör döviz açık pozisyonunu, kamu borcuna eklesek de sentetik olarak yaptığımız bu tanımda ülke borcunun milli gelire oranı hala yüzde 50 dolayında. Üstelik bu oran, uluslararası gösterge, ‘pek bilindik’ diye tanımlayabileceğimiz Maastricht kriteri olan yüzde 60’ın altında bulunmaktadır. Kendileri tarafından uygulamaya alınan Maastricht kriterini tutturamayan ülkelerin borçluluğuna ilişkin bir olumsuzluk ifade edilmiyorken bu konunun Türkiye için sürekli gündemde tutulmasının manidar olduğunu düşünüyoruz.

Geçmişe yönelik verilerle yapılan faiz (grafik 1) , ülke risk primi- CDS (grafik 2), enflasyon ve cari denge (grafik 3) analizleri kur ve faiz ilişkisinde bir dengesizlik olduğunu göstermektedir. Aşağıda konunun daha basit anlatımını mümkün kılmak için; 2011 yılında 1 kabul edilen endeksler, durumu açıklıkla ifade ediyor. 2011 yılı, küresel krizin içinde, bize önemli etkileri olması açısından Avrupa borç krizinin başladığı yıl olması itibariyle kullanıldı.

Gerek BRICS gerekse GOÜ ile karşılaştırıldığında ülkemizin ülke risk primi (CDS) ve cari dengedeki iyileşmenin faiz-kur fiyatlamasına henüz kayda değer olumlu bir katkı yapmadığı görülmektedir.

Enflasyon ile düzeltilmiş kur endeksinde (grafik 4), BRICS ülkelerinden daha fazla değer kaybetse de TL’nin değer kaybının GOÜ kur endeksi ile hemen hemen aynı seviyede olduğu görülüyor. Enflasyon, nominal faizin bir bileşeni ise TL faizlerinin olması gerekenden daha yüksek olduğu ( Grafik 1) sonucunu çıkarabiliriz. Ya da başka bir ifade ile bu faiz seviyesinde, enflasyonla düzeltilmiş olarak TL’nin dövize sepetine karşı daha kuvvetli olması beklenmelidir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar