Türkiye, Küresel İnovasyon Endeksi’nde neden 68’incidir?
Geçenlerde kendi şirketini kurmuş, iş kovalayan bir genç girişimci ile Türkiye’de girişimciliğe yönelik devlet desteklerini konuşuyorduk. Karışık duygular içindeydi. Bir yandan fazlasıyla cömert bir sürü maddi destek imkanı olmasından son derece memnundu. Bir yandan da “neredeyse üzerinde çalışacağım masanın ebatını da desteğe hak kazanmak için sağlanması gereken kriterler listesine ekleyecekler” diye şikayet ediyordu. Merak ediyordu. Neden girişimcileri desteklemek için son derece cömert davranan bir devlet, bir taraftan da ek külfet getiren manasız kriterler koyuyordu? Üstelik neden yeni girişimlere verilen destek kriterleri AR-GE projeleri için destek kriterlerine benziyordu? Starbucks 1971 yılında kuruldu. Bugün 62 ülkede 149 bin kişi istihdam ediyor. Adam bildiğiniz kahve satıyor. Kahveyi icat filan etmedi. Sadece daha güzel sunuyor. Ben de her sabah içiyorum. Chobani yoğurtlarının kurucusu Hamdi Ulukaya geçen yıl ABD’de yılın girişimcisi seçildi. Hamdi Bey bildiğiniz bizim yoğurtları ABD’de satıyor. Yoğurdu filan bulmadı. Hatta nasıl satılacağını da bulmadı. Bizim burda başarıyla uygulanan satış yöntemlerini dünyanın en büyük pazarına taşıdı. Starbucks ve Chobani bizim çoğu akademisyenlerden kurulu jürilere gelse devletten destek alabilirler miydi emin değilim. Bizim girişimci destekleme sistemimizdeki ana problem galiba tam da bu noktada yer alıyor. Aslında devletin öyle kendi başına doğrudan girişimci seçmemesi gerekiyor. Teknik olarak, devletin, özel kesimle rekabete girmemesinde de fayda var. Ama bakın öyle oluyor. Neden böyle oluyor?
Müsaadenizle önce bana bu soruyu soran genç girişimciye ne dediğimden başlayayım. Girişimci destekleri konusunda karışık duygular içinde olan genç girişimciye o gün “ama İdare ne yapsın?” dedim, “gel birlikte bir düşünelim: bir bürokrat, kamu kaynağını kullanarak, özel bir projeye fon aktaracak. Bugünkü cömert destelerin en sonunda manası bu oluyor.Ötekilerin arasında tek bir girişimciye arka çıkacak. Her ne kadar şimdilik Sayıştay raporları Meclise sunulmayıp, sümen altı ediliyor olsa da, denetim işi fiilen ortadan kalkmış filan değil. Yarın mecbur desteği veren kuruma Sayıştay’dan bir müfettiş gelecek. Kamu kaynağı doğru aktarılmış mı diye bir bakacak. İşte o gün hesap verebilmek için şimdiden kaynak dağıtımını somut ve sayılabilir kriterlere bağlamakta fayda var. Gelen müfettiş zaten yalnızca o sayılabilir kriterlere bakacak.” Öyle değil mi? Aynen böyle olmuyor mu? “İlgili konuda doktoralı elemanı var mı?” bakabilirler. “Masalar belirtilen ebatlarda tasarlanmış ve çalışabilir durumda mı?” bakabilirler. “Bilgisayarlar aman Apple filan olmasın en ucuzundan olsun” bakın buna da bakabilirler. Uyduruyorum elbette ama işte böyle kriterler geliveriyor iş doğrudan devlet desteği dağıtmaya gelince.
Halbuki devletin mümkün olduğunca doğrudan destek vermekten kaçınması gerekiyor. Özellikle erken aşama desteklerinde, tek tek projelere kaynak aktarmak yerine, erken aşama girişimcileri destekleyen ekosistem unsurlarını hareketlendirmekte fayda bulunuyor. Mesela bir erken aşama girişim sermayesi fonu özel yatırımcılardan para bulabiliyorsa, bu fona kaynak aktarmak. Böylece bir özel yatırımcının kendi elini taşın altına koyduğu, güvendiği girişimcilere destek verilmiş oluyor. Hazine’nin bugünlerde yasal çerçevesini tamamlamaya çalıştığı Fonların Fonu düzenlemesinin özü işte tam da bu. Devlet bir fon kuruyor, bununla özellikle erken aşamaya kendi kaynaklarıyla destek veren girişimcilik fonlarına ek bir finansman imkanı sağlıyor. Peki, problem nedir? Problem bir nevi tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar problemidir. Memlekette erken aşamaya destek veren girişimcilik fonları zaten yoktur. Memlekette nitelikli yeni girişim sayısı da çok azdır. Bunların sayısını artırmayı hedefleyen kuluçka merkezlerine destek verilmemektedir. Melek yatırıcımcılık düzenlemesi ise yine Hazine tarafından daha yenilerde yapılmıştır. Fonların fonu düzenlemesi daha yapılacaktır.
Memleketin girişimcilik ekosistemi daha inşa halindedir. Nasıl Sibirya kaplanlarının Sibirya’nın ta en doğusunda Amur nehrinin güneyinde, Japonya’nın kuzeyindeki Sakhalin adasının tam karşısında, yaşayabilmeleri için avlayacakları hayvanlara, o av hayvanlarının da rahatça otla beslenecekleri bir ortama ihtiyaçları varsa, girişimcilerin de işte öyle bir ortama ihtiyaçları vardır. Uygun ekolojik ortam yoksa Amur nehrinin güneyinde Sibirya kaplanı, Türkiye’de de girişimci olmaz.
Mesele şudur: Bir. Yeni fikirleri hayata aktaracak mekanizmalar bu yeni girişimci ekosisteminin ayrılmaz bir parçasıdır. İki. Türkiye’de bu eko sistemin tüm unsurları daha yerine oturmuş değildir. Üç. İnşaat ortamında etrafımızda bir hercümerç hali vardır. Sıkıntı buradadır. Konuyla ilgili olarak, TEPAV araştırmacısı İpek Beril Benli’nin çalışmalarına bir bakmanızı öneririm.
Yoksa bu kadar desteğe rağmen, INSEAD, Cornell Üniversitesi ve WIPO’nun Küresel İnovasyon indeksinde neden Türkiye 142 ülke arasında 2012 yılında 74’üncü, 2013 yılında da hala 68inci sıradadır? İşte bundan. Neden listenin ilk 10, hatta ilk 20, ülkesi pek değişmemektedir. Yine bundan.