Türkiye, Kıbris ve Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF)
Av. Önder EGE
Türkiye seçim atmosferinden çıkınca gerçek gündem ile tekrar buluşmuş olduk. İçeride ekonomik durgunluktan çıkmak için Merkez Bankası’nın faiz indirimi piyasalarda genel olarak olumlu karşılanırken, dışarıda ise S-400 ve F35 sorunu dışında Suriye ve Doğu Akdeniz başlıkları ana gündemi oluşturmaya devam ediyor. Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’taki karbon bazlı enerji kaynaklarının bölüşümünden kaynaklanan sorunu, uluslararası hukuk ve Türkiye’nin hak ve menfaatleri açısından mercek almakta fayda görüyoruz.
Geçtiğimiz ocak ayında merkezi Kahire olan Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF) yedi ülke tarafından kurulmuştu. Türkiye, Suriye ve Lübnan’ın dâhil olmadığı DAGF iştirakçileri, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır idi. Mısır Enerji ve Petrol Bakanı, toplantı sonrasında yapmış olduğu açıklamada forumun amacını şöyle ifade etmişti: “Mevcut olan enerji kaynaklarından faydalanmak ve gelecekteki yeni kaynak keşiflerini karşılamak için daha fazla altyapı seçeneği geliştirmek.” DAGF İkinci Enerji Bakanları Toplantısı ilk yediliye ilaveten Ürdün temsilcisinin de katılımıyla kısa bir süre önce 25. 07. 2019 tarihinde Kahire'de gerçekleşti. Ayrıca bu toplantıya, ABD Enerji Bakanı Rick Perry, AB Komisyonu adına Dominique Ristori ile Fransa ve Dünya Bankasından bazı temsilciler de iştirak ettiler. Toplantı sonrasında basına dağıtılan açıklamada özetle şu ifade dikkat çekiyordu; "Katılımcılar, üyelerin doğal kaynaklarındaki haklarının saygınlığı için forumu, uluslararası hukuka uygun uluslararası bir örgütlenme seviyesine yükseltme taahhüdünde bulundular."
OPEC benzeri bir örgüte dönüştürülmek istenen ve Kahire’de Ocak 2020 tarihinde tekrar toplanacak olan forumun bizce gerçek amacı Türkiye’nin bölgedeki etkinliğine karşı bir blok oluşturmak ve Doğu Akdeniz enerji rezervlerini Türkiye dışarıda bırakılarak paylaşmaktır. O vakit soralım! Türkiye’yi dışlayan bir yapılanma Doğu Akdeniz’de başarılı olabilir mi? Türkiye’nin devre dışı bırakılacağı bir Doğu Akdeniz ve Kıbrıs isteği gerçekçi bir yaklaşım olmadığı gibi bölgede ciddi sorunlar yaratacaktır. Ayrıca, DAGF yapılanması dışında Rusya’nın tarihsel politikası ve günümüzde enerji alanındaki etkinliği dolayısıyla bölgede güçlü bir aktör olarak yer almak istediği görülmektedir. Tüm bu ahval dahilinde hatırlatmakta fayda var, Birinci Cihan Harbi Ortadoğu’daki Osmanlı bekasının metropol ülkeler arasındaki paylaşılması kavgasından dolayı çıkmıştı. Tarihin tekerrür etmesine mani olmak her ülkenin temel görevi olmalıdır. Ne yazık ki Türkiye’nin bu husustaki iyi niyetli çabaları karşılıksız kalmaktadır.
Uluslararası hukuka göre her devlet kendi kıyısından 200 deniz mili (Kıyıdan yaklaşık 360 km) açığa kadar olan denizlerde münhasıran hak sahibidir. Türkiye'nin GKRY yakınlarındaki sularda hak iddia etmesi, uluslararası hukuka göre ada devletleri kendi kıyılarından sadece 12 deniz mili (kıyıdan yaklaşık 22 km) hak iddia edebilmeleri olgusundan dolayıdır. Böylelikle, Calypso ve Aphrodite bölgeleri üzerinde, GKRY tezlerinin aksine Türkiye'nin hak iddia etmesinin geçerli hukuki nedenleri vardır. Kaldı ki, Yunanistan ile GKRY’nin adalar da dâhil edilip, 200 deniz mili mesafede hak sahibi olması demek, Doğu Akdeniz’deki tüm suların Yunanistan ve GKRY uhdesinde olması anlamına gelmektedir. Bu da şüphesiz ki hayatın olağan akışına aykırı ve kabul edilemez bir ahvaldir. Türkiye’nin hak iddia ettiği Calypso bölgesinde, İtalyan Eni şirketi 220 milyar metreküp doğalgaz, Aphrodite bölgesinde ise bir ABD şirketi olan Noble Energy yaklaşık 200 milyar metreküp doğalgaz ile 3.7 milyar varil petrol kaynağı buldular. Metropol ülkeler uzaklardan bölgeye gelecek ve karbon bazlı enerji zenginliklerini parselleyecek, ancak Türkiye hakkını aramak isteyince koro halinde olmaz denilecek, yaptırımlar devreye sokulacak. Batının bu yaklaşımı karşısında inanın söyleyecek söz bulamıyoruz. Oysa 30 Nisan 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi madde 56 hükmüne göre; “Münhasır ekonomik bölgede sahildar devletin aşağıdaki hak, yetki ve yükümlülükleri vardır: Deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altında canlı ve cansız doğal kaynaklarını araştırılması, işletilmesi muhafazası ve yönetimi konuları ile; aynı şekilde sudan, akıntılardan ve rüzgarlardan enerji üretimi gibi… Bölgenin ekonomik amaçlarla araştırılmasında ve işletilmesinde egemen hakları söz konusudur.” O halde madde 56 hükmüne göre, Doğu Akdeniz'deki yataklarda kıyı devletler, yani Türkiye, Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, GKRY, Lübnan, Suriye, İsrail ve Filistin söz hakkına haizdirler. Bu ahvalde Türkiye ve KKTC hukuken devre dışı bırakılamaz.
Lojistik olarak bakıldığında, Akdeniz’de yılda ortalama 220.000’den fazla gemi veya deniz taşıtı seyir halinde bulunmakta. Akdeniz, dünya denizlerinin sadece %1’ini kapsamasına rağmen, uluslararası deniz trafiğinin 1/3’ü Akdeniz’de gerçekleşiyor. Doğu Akdeniz gazı ve petrolü şüphesiz ki başka bölgelere ihraç edilince büyük artı değer oluşturacak. Bundan dolayı Batı ile Rusya arasında çok büyük bir rekabet ortamı mevcut. Rusya Enerji alanındaki gücünün kırılmasını istemiyor. Şöyle ki, Lübnan'ın Doğu Akdeniz sahası için ise Rus Novatek ile İtalyan Eni ve Fransız Total konsorsiyum kurdular. Rus şirketleri ayrıca İsrail'in gazını Mısır'da hazır bulunan LNG terminalleri üzerinden Uzak Asya'ya pazarlamayı hedefliyorlar ve büyük bir Rus karteli Mısır-Zohr sahasının %30'unu satın almış bulunuyor. Öte yandan, Suriye'nin bütün kıyılarının Rus şirketleri tarafından parsellenmiş olduğunu belirtmeye gerek yok. Ayrıca, Doğu Akdeniz’deki deniz ulaştırma hatlarının korunması ve enerji güvenliğinin sağlanması gerekliliği, tüm aktörler için önem arz eden bir realite.
Ülkemiz konum ve lojistik maliyet bakımından petrol ve doğalgazın başka bölgelere ihracı bakımından en cazip alternatiftir. Ancak, başta ABD, AB, İsrail, Yunanistan, Mısır olmak üzere bir kısım ülkelerin güçlü ve tam bağımsız bir Türkiye varlığından çekinmeleri nedeniyle, Doğu Akdeniz kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa veya Asya ülkelerine taşınması bugün için kuvvetli bir olasılık değil. Doğu Akdeniz doğalgazının Mısır'a taşınıp, hali hazırda kurulmuş olan LNG terminallerinden dünyaya satılması kuvvetle muhtemeldir. Bu nedenle DAGF için merkez Kahire seçilmiştir. DAGF ileride OPEC tarzı bir örgüte dönüştüğü takdirde merkez Kahire olarak devam edecek. 3 Tem 2015 tarihinde Mısır'da ülkenin seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve iktidarının dönemin Genel Kurmay Başkanı Sisi liderliğindeki ordu güçleri tarafından askeri darbe ile görevden uzaklaştırılması karşısında Avrupa ve ABD’nin sessiz kalmasının nedeni, bölgedeki enerji kaynaklarına yönelik hesaplarda ve ekonomik menfaatlerde aranmalıdır. Başkan Mursi’nin Antiemperyalist duruşu, metropol güçlerin bölge üzerindeki emellerinin önünde engel teşkil ettiğinden, seçimle iktidara gelmiş olan rahmetli Mursi, Batı için kötü adamdı. Darbeci General Sisi ise Mısır’ın ve Batı’nın hali hazırdaki iyi çocuğudur. Bu meyanda, Türkiye’nin izlediği bağımsız politikaya karşı içeriden yöneltilen; “Doğu Akdeniz ülkeleriyle yaşanılan sorunların neredeyse tamamı mevcut iktidarın dış politikaya TC menfaatlerini referans alarak değil, Siyasal İslam'ı referans alarak yaklaşmasından kaynaklanmaktadır,” eleştirisine katılmıyoruz. Bu tür bir bakış açısı, oldukça yüzeysel, ideolojik ve Doğu Akdeniz karbon varlığı üzerindeki güç ve pay kavgasını anlamaktan uzaktır.
Yukarıda özetlediğimiz gelişmeler çerçevesinde DAGF oluşumuna karşı, Türkiye nasıl bir politika izlemelidir? Şüphesiz ki Türkiye, kendi yolunda ilerlemek durumundadır. Antalya’da 26. 07. 2019 tarihinde toplanan Türkiye-Rusya Karma Ekonomik Komisyonu (KEK) 16. Dönem Toplantısı öncesinde konuşan Rus Bakan Novak, "Akdeniz'de Rus şirketlerin yer aldığı başarılı enerji projeleri var. Örneğin Rosneft, Zohr sahasının geliştirilmesinde yer alıyor. Bu tür girişimlerde işbirliğinde öncelik ekonomik çıkarlar tarafından şekillenir. Eğer ticari açıdan bütün tarafların yararına projeler olursa, Rus şirketleri Doğu Akdeniz'de Türkiye ile işbirliğine yönelik kararlar alabilir" yönünde bir açıklama yaptı. Evet, Rusya ile işbirliği bir alternatif olabilir. Ayrıca, süreç içinde işbirliği yapılacak başka ülkeler de söz konusu olabilir. Örneğin Brexit süreci sonrasında Birleşik Krallık veya Çin ile de WİN-WİN odaklı bazı ortak teşebbüsler kurulabilir. DAGF ise Türkiyesiz bir Doğu Akdeniz olmayacağı gerçeğini idrak ederek politikasını belirlemelidir. Türkiye tarihsel birikimi ve mevcut potansiyeli ile, ne ABD’nin, ne de AB ve NATO’nun kolayca vaz geçecekleri bir devlet değildir. Türkiye ile iyi ilişkiler başta ABD ve AB olmak üzere bölgedeki tüm aktörlerin çıkarınadır. Aksi durum çıkmaz sokakta direksiyon sallamak olur ki, sonu kaçınılmaz olarak duvara çarpmaktır. ABD, umuyoruz ki Barak Obama dönemindeki hatalarını tekrar etmez. Sonuç olarak Türkiye, gerek ABD, gerekse AB ülkelerine karşı geri adım atmadan, ambargo vs. gibi tehditlere ya da uygulamalara aldırmadan kendi ulusal ve ekonomik menfaatlerini korumak, stratejik öneme haiz KKTC üzerindeki garantörlükten ve uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kullanmak durumundadır. Türkiye’nin milli ekonomik kalkınma hamlesi ve 2023 hedefleri ancak ülke menfaatlerini koruyacak bağımsız politikalar izlemekle anlam kazanabilir.