Türkiye evrenselleşirken, hukuk gelenekselleşiyor mu?

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ [email protected]

Bir yabancı gazeteci telefon açtı. Meclis'teki yemin krizi ve çözülüşünün Türkiye'de yargı bağımsızlığı açısından önemi var mı, diye soruyor. Soru ilginç. Belli ki Başbakanımızın "yargıya müdahale edemeyiz" beyanları dikkati çekmiş. Sorunun kendisinin bile Başbakanımızı memnun etmesi gerekir, çünkü yemin krizine yol açan sorunu insan hakları- bireysel özgürlükler  zemininden alıp  yargının bağımsızlığı alanına kaydırıyor. 

Yargının bağımsızlığı ise demokrasinin vazgeçilmezi. Üstelik son yıllarda yargının şaşırtıcı bazı kararları, yargının diğer erklerle arasındaki mesafeyi korumakta zorlandığı izlenimini yaygınlaştırdı.

Başbakanımızın sık sık yargı kararlarını eleştirdiğinden, yemin konusundaki tutumunun ne derecede içten olduğunun değerlendirilmesini takdirlerinize bırakıyorum. Ancak karşımızda acaba yargıya bir müdahale var mı, sorusu duruyor. Hemen belirteyim, yargının aldığı kararların bir bölümünün hükümetin işine gelmesi, yargıya müdahale yapıldığının kanıtı olamaz.

Örneğin, bazen yeri değiştirilerek daha alt göreve verilen bir yargıcın, bu işleme tabi tutulması hükümeti memnun etmeyen bir kararına bağlanırken, bilahare görevinde kusurlu olduğu ortaya çıkabilmektedir. Bir hususu daha ekleyeyim, ben Türkiye'de herhangi bir hükümetin yargıçlara talimat vermeye cesaret edeceğini düşünmek istemiyorum.

Pekiyi, yargıya  etki var mı, varsa nasıl gerçekleşiyor? Demokrat Parti devrini yaşayanlar hatırlayacaklardır. Menderes hükümetleri, beğenmedikleri kararlara imza atan yargıçları, o günün ifadesiyle "sürüyorlardı". Sürmek, yargıcı gitmek istemeyeceği, mahrumiyet bölgesi olarak  görülebilecek bir yere ve mevcut görevinden tenzil olarak görülebilecek bir göreve atamaktı. O devirde sürülen yargıçlar olduğuna göre, yargıçlarımızın mesleki değerlerine bağlı kalmaya gayret ettikleri anlaşılıyor. Muhtemelen "sürülmemek" hesabıyla karar verenler de olmuştur ama bunlar kimlerdi, bilemeyiz.

Günümüzde de aynı sorun karşımızda. Yasalarda yapılan değişikliklerle, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na bakanın ve müsteşarın üye yapılmasının bu kurulun iradesine siyasetin de yansıyacağı endişelerinin ifadesine yol açmıştır.

Sanıyorum, yeni anayasa yapılırsa, bu husus mutlaka gündeme yeniden gelecek, muhalefet kurulun siyaset gölgesinden korunarak çalışabileceği bir yapıya kavuşturulması için mücadele verecektir. Hükümetin yargıdaki atamalara ne oranda müdahale ettiği, ediyorsa bunu hangi saiklerle yaptığı yeterince araştırılmış değildir.  Ama bir müdahale imkanının mevcut olduğunu teslim etmemiz gerekmektedir.

Kanımca, muhalefetin şikayetçi olduğu sorunun kaynağı salt hukuktan kaynaklanmıyor. Bu günün kıdemli yargıçları hukuk öğrenimlerini, yetiştikleri  dönemde ülkemizde mevcut iki ya da üç hukuk fakültesinde tamamlamış, ilk cumhuriyet döneminin merkezde ve taşrada ileri gelenlerinin çocuklarıydı, ya da onlarla aynı değerleri edinerek toplumda yükselmişlerdi.

Yeni kuşak sayıları çoğalan hukuk fakültelerinden geliyor, sınıfsal tabanı eskiden farklı. Hukuku da kendi sosyal dünyaları, deneyimleri ve değerleri çerçevesinde yorumluyorlar. Ortaya geçmişten farklı yorum ve uygulamalar çıkıyor. Bu konu yargı bağımsızlığı ile ilgili değil ama Türkiye evrenselleşirken, hukukun gelenekselleşmesi, taşralaşması gibi tuhaf bir sonuç doğuruyor. Sorun burada.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019