Türkiye ekonomisinin dünü bugünü
Beşir ACAR - Emekli Banka Yöneticisi
1990’ lı yılların siyasi çekişmeleri ve kötü ekonomi yönetimi, ülkeyi 2001 yılında tarihin en büyük krizine götürmüştür. Bu krizde, gecelik repo faiz oranları yüzde 7 bin 500’ e yükselmiş, 15 bine yakın şirket iflas etmiş, 1.5 milyon kişi işini kaybetmiş, bilanço maliyeti 30 milyar, ekonomiye maliyeti 65 milyar olan 25 bankaya el konulmuş, bankacılık sistemi kilitlenmiştir. Bu krizin ülkeye dolaylı maliyeti yaklaşık 350 milyar TL dolayında olmuştur. Derinleşmiş krizin yönetimi için, o zamanlar Dünya Bankası’nda Başkan Yardımcısı olan Kemal Derviş göreve davet edilmiş, hükümette, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı unvanıyla görevlendirilerek, krizden çıkma çalışmaları başlatmıştır. Derviş, adeta Başbakan yetkilerini kullanarak, IMF’nin çıkarılmasını istediği 15 kanunu Hükümete ve Meclise kabul ettirmiş, bankaların çalışmalarının kontrol altına alınmasının temellerini atarak, bir süre sonra ekonomik istikrara adım atılmıştır.
2002’den sonraki dönem
2002’den sonra gelen yönetim, Derviş’in uyguladığı reformları devam ettirmiştir. Bankacılıkta yapılan en büyük reform, 2002 den önce kamu bankalarınca kullandırılıp, geri dönmeyen katrilyonlarca lira kredilerin, görev zararı adı altında devlet ve milletin sırtına yüklenmesinden kurtulmasını sağlamıştır. O tarihlerde katrilyonlarca zarar eden kamu bankaları, daha sonraki yıllarda katrilyonlarca lira kâr etmeye başlamışlardır. Daha açık bir ifadeyle, kamu bankaları hortumlanmaktan kurtarılmış, bu hortumlanmalardan kurtarılan kaynaklar ülkenin diğer kaynaklarıyla birleştirilerek, duble yollara, havaalanlarına, eğitime, sosyal yardımlara, sağlık sistemine ve ülkenin refahına harcanmıştır. Yönetim, 2005 yılında geniş kapsamlı bankacılık kanununu çıkararak (5411 sayılı Kanun), bankacılığı uluslararası standartlara uygun şekilde yapılandırmıştır. Bugün, bankaların uluslararası Basel Kriterleri’ne göre yüzde 8 olan Sermaye Yeterlilik Rasyosu, BDDK tarafından yüzde 16 olarak uygulanmakta ve bu uygulama bankalarımızın yapısını stabil bir duruma getirmiş, o nedenledir ki 2007 yılında meydana gelen global krizin, ülkemizden teğet geçerek fazla olumsuz bir etkisi olmamıştır. 1971 yılından beri çift rakamlı devam eden enflasyon, 33 yıl aradan sonra 2004 yılında tek haneli rakama düşmüş, uzun yıllar tek rakam olarak devam etmiştir.
Ekonominin bugünkü sıkıntıları inşaat sektörünün durgunluğu
Tek partinin istikrarlı hükümetleri yönetiminde, ülkemizde 2002 yılından itibaren başlayan yatırımlar ve kalkınma hamleleri bir süredir, ekonominin lokomotifi olarak görülen inşaat sektörünün öncülüğünde durgunluğa girmiştir. Geçen aylarda bu köşede, düzensiz yapılaşmayla ilgili makalelerimizde belirttiğimiz gibi, yaklaşık son 20 yıldan beri, ülkemizde eski yapıların ıslahıyla birlikte, çok büyük dikey ve şehir merkezlerinde pahalı yerleşim alanları, Plaza ve AVM’ler yapılmaya başlanmış, kaynakların önemli bir kısmı bu sabit yatırımlara harcanmış ve harcanmaktadır. İnşaat doğrudan katma değer üreten bir sektör değildir. İnşaata katma değeri sağlayan, iş gücü ve inşaata malzeme sağlayan yan sanayiidir. Toprağa gömülerek, kullanılan malzemenin türü yaklaşık aynıdır. İnşaata değer kazandıran, lokasyonu ve kullanılan malzemenin kalitesidir. İster lüks, ister normal yapı olsun, inşaata harcanan bu ülkenin kaynaklarıdır. Lüks inşaata yatırılan kaynak, yeterli miktarda dışarıdan gelen katma değerle desteklenmiyorsa, toprağa gömülmüş bir yatırım olarak, ancak lüks konut ihtiyacını karşılamış olmaktadır. Türkiye’nin genel olarak konut ihtiyacı ve açığı vardır. Fakat katma değer üretmeyen orantısız lüks konuta ve AVM’ye ihtiyacı yoktur. Şehirlerin en merkezi yerlerinde yapılan lüks konutlar, sadece maddi imkanları uygun olan kişi ve kurumların konut ihtiyacını karşılamaktadır. Aşağıda örneklerini vereceğimiz, Türkiye’nin Londra’daki gibi katma değer üreten konut üretimi yoksa kaynakları lüks konut yapımına harcamanın ülkenin gelişmesine bir katkısı olmayacaktır. Türkiye çok sayıda lüks konut ve AVM yapımını, kompanse edecek kaynak harcama lüksüne sahip değildir, ısrarla kaynak harcanırsa ekonominin sıkıntıya gireceği tabiidir.
Londra’daki lüks inşaatlar katma değer üretmekte
İnşaatın nasıl bir katma değer ürettiğini, Londra’daki yapılaşmalardan örnekler vererek izah edeceğiz. Londra’nın iyi bir lokasyonuna sahip, Hyde Park yöresinde ve gökdelenlerin bulunduğu City, Canary Wharf vs gibi finans bölgelerinde, yapılmış ve yapımı devam eden önemli sayıdaki gayrimenkuller yabancı yatırımcılar tarafından alınıp satılmakta ve kullanılmaktadır. Bu bölgelerde, yabancı yatırımcıya yapılan satışların, bazı yıllarda yüzde 60 gibi bir orana ulaştığı belirtilmiştir. Yabancı yatırımcılar tarafından satın alınan gayrimenkullerin bedeli yurtdışından getirilmekte, kiracısı gene yurtdışından gelen kişi veya firmalar olmakta, geri satımda mülkün değer kazanması halinde, aradaki kazancın yüzde 40’ı gelir vergisi, miktarına göre ayrıca yüzde 10’a varan damga vergisi ödenmektedir. Londra’nın yukarıda anılan bölgelerinde, gayrimenkuller gerektiğinde kısa zaman içinde alınıp satılabilmekte, kriz zamanlarında dahi en fazla üç ay gibi bir süre durgunluk yaşanmaktadır. Görüldüğü gibi, inşa edilen bir gayrimenkulün bedeli yurtdışından getirilirken, kira geliri elde edilirken, tekrar satış halinde yüzde kırk vergi geliri sağlanırken, görünmeyen diğer kalemlerle birlikte, ülkeye en az dört çeşit katma değer sağlamaktadır.
Bir cebe giren diğer cepten çıkmakta
Londra örneğinden sonra, İstanbul, Ankara ve İzmir vs. de yapılan lüks yapılar, Plaza ve rezidanslar vs. gibi gayrimenkullerle ilgili bir karşılaştırma yapmak istiyoruz. İstanbul’daki devasa plazalar ve AVM’ler inşaa edilirken, bir kaç istisna dışında yüzde doksanından fazlası, yurtiçi kaynaklar kullanılarak yapılmakta, alıcısı, kiralayıcısı yerli yatırımcı olmaktadır. Bir AVM yurtdışı yatırımcıya satılsa bile, satın alındığında gelen katma değer zamanla değerini kaybetmekte, hatta transfer edilen kira gideri, gelen bedeli geçmektedir. Çünkü AVM’nin kiracıları, içinde yabancı markalar olsa dahi, o mağazaların müşterileri de yabancılar değil yerli tüketicilerdir. Bir cebe giren diğer cepten çıkmakta, bu nedenle inşaata gerçek bir katma değer kazandırılamamaktadır. İnşaat sektörünün karşılaştığı bugünkü sıkıntı ve ekonomideki daralma, kaynakların lüks yapılara bağlanıp yabancı yatırımcıya satılamadığından ve iç talepte de meydana gelen daralmadan kaynaklanmaktadır.
Döviz tasarruflarının bankalarda bağlı tutulması ekonomiye zarar vermekte
Bugün, ekonomideki talep daralmasının ikinci ve önemli sebeplerinden biri de, dövize çevrilip bankalarda bağlı duran tasarruf mevduatlarıdır. Bankalarda tutulan, değeri bir trilyondan fazla döviz mevduatlarının, duran varlıklar olarak ekonomiye bir katkısı yoktur. Lüks ve normal yapılmış inşaatları satın alabilecek kaynaklar, bankalarda Döviz mevduatı olarak durduğu sürece, ticari sirkülasyon olmadığı için, ekonominin çarkları tam dönmediğinden, inşaat sektörü de bu durgunluktan payına düşeni alacaktır.
Banka kasalarındaki döviz mevduatları ticarette kullanılmadıkça, Amerika ve Avrupa ülkelerinin kasalarında durmasıyla bir farkı yoktur. Bu köşede mart ayındaki makalemizde, Döviz konusunda alınabilecek tedbirler dile getirilmiştir. Bu döviz mevduatları çözülüp ekonomiye kazandırılmadıkça, alınacak diğer ekonomik tedbirler tek başına gerekli faydayı sağlayamayacak, klasik tedbirler düzeyinde kalacak ve ekonominin sıkıntıları bu kısır döngüden kurtulamayacaktır. Yabancı para mevduatı, milli para mevduatını geçen özel bir ülkeyiz. Bu ülkenin tasarruflarını, Amerika ve Avrupa adına bankalarda tutma lüksü yoktur. Bu tasarruflardan oluşacak kur farkları kazanç olarak görülmesin. Kur artışlarından ülke zarar görüyorsa, mevduatını dövizde tutan da dolaylı olarak bundan zarar görmektedir. Bu mevduatları çözüp ekonomiye kazandırmanın bir değil bir kaç tedbiri vardır. Ekonomik durgunluğun sebeplerine doğru teşhis konulursa, tedavisi ve iyileştirilmesi de doğru olur.
Ayrıca bugünkü ekonomik durgunluğa sebep olan diğer önemli bir unsur, bu ülkede kazanılmış kaynakların, yurtdışında refah içinde yaşayacağını düşünen kişilerce yurtdışına çıkarılmasıdır. Bir refah, başkalarının kayıpları üzerine kuruluyorsa, kazandığını zannedenin de, bu kayıpları bir şekilde yaşayacağı hayatın bir gerçeğidir. Doğu illerimizden birinde kullanılan bir söz vardır. "Haksız yıkılmış evin üzerinde Han yapmayız, yıkılmışın acısı üzerine yapılan ev hayır getirmez". Bu ülkede kazanılan kaynaklar, yurtdışına çıkarıldığında ekonomi zarar görüyorsa götürene hayrı olmaz.