Türkiye ekonomisine neler oluyor?

A. Levent ALKAN
A. Levent ALKAN [email protected]

Yılın ilk haftalarından başlayan iyimserlik, 2012'e ilişkin tüm olumsuz öngörüleri örten türden bir iyimserlikle küresel ekonomiyi kucaklıyor. Küresel ekonomide olumlu bekleyişleri yönlendiren güçler sıralayalım: Ocak etkisi, Yunanistan sorununun euronun çökmeden ve bölgenin parçalanmadan çözümüne ilişkin bekleyişlerin artışı, Avrupa Merkez Bankası'nın piyasalara sunduğu kısa vadeli likidite, ABD'den gelen olumlu veriler... Ulusal ekonomimize yönelik sıcak para girişini hareketlendiriyor.

Dolar TL karşısında adım adım değerleniyor. Bugünlerde herkesin birbirine sorduğu soru "TL'deki bu düşüş nereye kadar sürecek?" oluyor. Finans, reel ekonomi, politika yapıcılar, hane halkı, geçmiş krizlerden kalmış tortuların etkileri bize yönelik çalışıyor. Tüm bunların oynaklık (volatilite) ya da istikrar (stabilite) gibi iki temel sonucu oluyor; tıpkı, bir koca zeytin küfesinin damıtığı bir kaç damla zeytinyağı gibi. Yılın ilk aylarının iyimser tablosu duran ağaç gibidir. Ama bu ağacın yapraklarını aralarsak, arkada duran koca bir ormandır; yani büyük resimde küresel ekonomiyi tehdit eden unsurlar, tüm heybetiyle durmaktadır.

Volatilite, şu yaşadığımız iyi günlerde dahi, finansal piyasaların aşırı kaygan zeminini hatırlatıyor. 2011 yılının son çeyreğinde, 2012 para politikasına ilişkin öngörüler; gelişen ülkelere akacak paranın 2012 yılı gündeminde yer alacağına işaret ediyordu. En önemlisi de, Türkiye'nin bu sermaye akımına hedef ülke olacağına yönelikti. Para girişlerine karşı güçlü bir savunma gerekiyor. Mesela Brezilya yumuşatılmış bir Tobin vergisi sistemi uygulayarak bu etkiyi savuşturmayı deniyor. Bizim bu yöndeki subapbımız, esnek tasarımlı faiz koridorudur. Bu esnek koridor, dışardan para girişlerinin arttığı dönemlerde aşağı yönlü; para çıkışlarının olduğu dönemlerdeyse yukarı yönlü bir hareketlilikle Merkez Bankası için, faizi artırdı indirdi, indirdi artırdı; tam bir baş döndüren politika imajı içinde nasıl güvenilir olabilir? ECB'nin Ağustos 2007 sonrasındaki, bir faiz artıran bir indiren politikası, güven erezyonu yaratmıştı. Koridor, işte bu çelişik algıyı ortadan kaldırıyor. Ekonomiye para girdiğinde döviz satılıp TL'yi güçleniyor. Dışardan yeni girenlerin dışındaki tüm oyuncular, bir sürü psikolojisi içinde, yabancıların döviz satışını mimik etme riskiyle karşı karşıyadırlar. Uygulanmaya başlandığından bu yana fon girişi de fon çıkışı da yaşadık. Girdiğinde koridor faizi döviz alımı cesaretlendirecek şekilde gevşetildi; sonuç, ortalamada yüzde 5'e gerileyen oranlar oldu. Çıktığındaysa koridor faizi, döviz alımını cezalandıracak şekilde sıkılaştırıldı; sonuç, ortalamada yüzde 12.07e yükselen oranlar oldu.

Türkiye ekonomisi tüm bu para giriş çıkışlarına yönelik yıllardır bir rezerv bulundurma politikası sürdürür. GSYİH'a oranla; 2004'de yüzde 9, 2008'de yüzde 10 ve 2010'da yüzde 11 brüt rezerv bulunur. Oysa dünya ekonomisinde 2004'de yüzde 18, 2008'de yüzde 21 ve 2010 itibarı ile de yüzde 25 rezerv düzeyinde rezerv bulunduruluyor. Dış finansmana olan gereksinimizin zirvesini yaşadığı bir yıldayız. Ancak Çin hükümeti gevşek para politikasından sakınıyor. Geçmişten gelen üretim potansiyeli sürüyor olsa da Çin, ihracat siparişlerinde düşüşle öne çıktı. Oyunun birkaç bacağı bulunuyor. Biri mal fiyatlarındaki artışın önüne geçmek, diğeri sıcak paradan en az hasar almak ve sonuncusu zor durumdaki bankaların sermayelerine ortak olmak. Bu kadar sıkışıklığın içinde Türkiye ekonomisine düşen, bir yandan tasarruf ederken bir yandan da harcamak oluyor...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar